Yaklaşık üç aylık karantinanın kalkmasıyla salgının ilk çıktığı Çin’in Vuhan kentine dönen BirGün yazarı Kamuran Kızlak kentte yaşanan değişimleri gözlemledi. Vuhan salgına yenik düşecek bir şehir değil. Yaşanan ağır bir travmaydı. Düştü, ayağa kalktı ve şimdi kaldığı yerden devam etmeye çabalıyor. Bıkkınlık, bezginlik, umutsuzluk gördüğümü söyleyemem. Her gün sokaklarda, parklarda daha çok insan görülüyor. İnsanlar sevdikleriyle birlikte olmayı, birlikte zaman geçirmeyi özlemişler. Karantina öncesi yaşamlarında sıradan, rutin olan şeyleri özlemişler. Bir arkadaşımız “Otobüse binmeyi bile özlemişim” dedi

Karantinadan sonra Vuhan -1: Otobüse binmeyi bile özlemişim

Önce bir okuma önerisi: Yazılarımı okuyanlara, Cangül Örnek’in 23 Mart tarihli BirGün’de yayımlanan “Eyvah devlet ateş ölçüyor” başlıklı yazısını mutlaka okumalarını öneriyorum (tabii ki okumamışlarsa). Çin, dünyaya bir “Kriz yönetimi dersi” verdi. Bu süreci ve olup bitenleri Çin’in hakkını teslim ederek yazmaya çalışıyorum, hepsi bu. Zihni liberallerin safsatalarıyla az da olsa kirlenmiş ve yazılarımda Çin’e o tezlerle vurmamı bekleyen bazı bu solcu dostlar varsa, Cangül Örnek’in yazısını ilaç niyetine okumalarını öneririm.

Çin’in en devrimci şehri

Vuhan hakkındaki bu yakıştırma bana ait ve buradaki dostların çok hoşuna gidiyor. 1912 devriminin (İmparatorluğun lağvedilmesi, cumhuriyetin ilanı) ateşi bu şehirde yakıldı. 1911 yılında, şimdi Vuhan’ın bir bölgesi olan Wuchang’de demiryolu işçileri ilk ayaklanmayı başlattı. Ayaklanma İmparatorluk ordusunun silahla bastırmaya çalıştığı çok kanlı bir savaşa dönüştü. Ayaklanmalar ve savaş giderek bütün Çin’e yayıldı ve İmparatorluğun sonunu getirdi. Wuhan, daha sonra Wuchang’in de dâhil olduğu üç yerleşim biriminin birleşmesiyle oluşan bir kent. Şehrin adının ilk iki baş harfli Wuchang’den geliyor. Çin’de iki kentin sakinlerinde “kent milliyetçiliği” bile diyebileceğim bir şehirleriyle gurur duyma, tutkuyla bağlı olma haline tanık oldum. Bunlardan biri Shanghai (Şanghay), diğeri Vuhan. Vuhan çok sayıda uluslararası şehircilik, çevre ve kültür ödülleri almış ve nitelikli üniversitelere sahip bir kent. Ne zaman Yangtze nehrini görsem (şehrin ortasından geçer) Boğaz gözümde canlanır ve aklımdan “tam İstanbul ile kardeş şehir olacak bir kent” düşüncesi geçer.

Salgın işte bu kenti vurdu. Karantinanın başladığını ve alınan radikal önlemleri ilk duyduğumda (Vuhan’da değildim) kentin başına gelebilecekleri düşünüp üzülmüştüm. Bu duygularımı şimdi buradaki dostlarla paylaştığımda bana “Bu şehrin devrimci ruhundan bahsediyordun ya, işte onu unutmuşsun” diyorlar. Onların dediği gibi, Vuhan salgına yenik düşecek bir şehir değil. Yaşanan ağır bir travmaydı. Düştü, ayağa kalktı ve şimdi kaldığı yerden devam etmeye çabalıyor. Burası 24 saat yaşayan canlı, hareketli, yaşanılası bir şehirdi. Şimdi o havasından tabii ki uzak. Hayat nispeten geç başlayıp erken bitiyor. Sokaklara, parklara sırf insanları gözlemlemek için çıkıyorum. Bıkkınlık, bezginlik, umutsuzluk gördüğümü söyleyemem.

Batı basınının burada görüştükleri bir veya iki kişi üzerinden şehir hakkında umutsuzluk, karamsarlık hikâyeleri anlattığına bakmayın (zaten başka türlü yazamazlar da. Görevleri bu; yani araya yalan da sıkıştırarak becerebildikleri kadar dezenformasyon). Elbette her şey güllük gülistanlık değil ve kentin biraz da el yordamıyla yolunu bulmaya çalıştığı şu belirsizlik günlerinde karamsar, umutsuz insanlar tabii ki var (Vuhan’a göre daha hafif salgın yaşayan Batı ülkelerindeki kentler açıldığında bakalım hangi hikâyelerle karşılaşacağız). Fakat aynı şeyi şehir için söylemem imkânsız. Her gün sokaklarda, parklarda daha çok insan görülüyor. İnsanlar sevdikleriyle birlikte olmayı, birlikte zaman geçirmeyi özlemişler. Karantina öncesi yaşamlarında sıradan, rutin olan şeyleri özlemişler. Bir arkadaşımız “Otobüse binmeyi bile özlemişim” dedi.

Açılın kapılar

25 Mart’ta kaldırılan seyahat kısıtlaması tek yönlü seyahate izin veriyordu: Sadece dışarıdan Vuhan’a doğru. 25 Mart-8 Nisan arasındaki iki haftalık sürede kent dışındakiler kontrollü olarak kente döndüler. Dönenlerle birlikte gelebilecek, onlardan kaynaklanabilecek kent içindeki olası bir riski de rahat kontrol edebilmek açısından dönüş süreci iki haftaya yayılmıştı. 8 Nisan’da kapılar Vuhan’dan dışarı doğru da açıldı, şehirden ayrılma kısıtlaması kalktı. Şimdi kentten ayrılanların çoğunluğunun diğer bölgelerden Vuhan’a üniversite için gelen öğrencilerden oluştuğu söyleniyor. Eyalet valiliği “Okulların ne zaman açılacağına dair bir karar vermediklerini, bir süre sonra tekrar değerlendireceklerini” duyurdu. Ortalıkta bir de valiliğin “Okullar bu dönem kapalı kalsa ne kaybederiz. Bu halkın sağlığını korumak gerekli bir önlem” diye bir öneride bulunduğuna dair bir söylenti dolaşıyor. Valiliğin okullarda seyrek oturma düzeni sağlama ve fiziksel mesafeyi koruma gibi önlemleri almanın imkânsız olduğunu gördüğünden eminim. Bunlar o kalabalık öğrenci nüfusuyla okul binalarında alınabilecek önlemler değil. Göründüğü kadarıyla, öğrenciler valiliğin duyurusunu ve söylentiyi “bu dönem okullar açılmayacak” diye yorumladılar ve şehirden ayrılmaya başladılar. Şehirden ayrılmamış olan yabancı öğrenciler ise halen buralarda. Ayrılmak isteseler bile artık öyle bir şansları yok. Çünkü kendi ülkeleri onlara kapıyı kapattı. Gerçi onların da pek gitme niyeti varmış gibi görünmüyor.

Sağlık önlemleri

Seyahat kısıtlamaları kaldırıldı, kapılar açıldı ama değişmeyen ve sanırım aşı bulunana kadar da değişmeyecek iki uygulama var: Ulaşım araçlarında (hızlı tren dâhil) seyrek oturma düzeni ve QR kodu (sağlık kodu) kontrolü (ve tabii ki vücut ısısı taraması). Yeşil sağlık koduna sahip değilseniz, bir ulaşım aracıyla şehre ne girebilirsiniz ne de çıkabilirsiniz. Başka (yasal olmayan) yollar deneyen açıkgözler çıkabilir ama bu “Salgını bilerek yaymak suçu” kapsamına giriyor ki, yargılama sonunda canından olmak da var.

İki gün önce Vuhan’ı ziyaret eden bir merkezi hükümet yetkilisi de “Alışveriş merkezleri, süpermarketler ve lokantalar-eğlence mekânları işletmecilerine “Her zaman dikkatli-uyanık olmaları, sürekli vücut ısısı kontrolleri yapmaları, müşteri akışını mekân içinde güvenli mesafeyi koruyacak şekilde yönetmeleri gerektiğini” söyledi. Ayrıntıya girmeden söyleyeyim: Şehirde uygulama tam bu biçimde yürüyor ve hiçbir yerde güvenli mesafeyi bozabilecek sayıda insan kalabalığına izin verilmiyor. Gerçekte bu kurallara birilerinin söylemesine gerek kalmadan genellikle insanlar kendileri uyuyor, uyguluyor.
Aslında bu önlemlerden (QR kodu taraması, seyrek oturma düzeni ve vücut ısısı kontrolleri) önceki yazımda da bahsetmiştim. Bu önlemler aynen devam ediyor. El dezenfektanları zaten her yerde ve herkesin çantasında… Bu hafta içinde birçok işyeri de çalışmaya başladı. İşyerleri çalışanlarına seyrek oturma düzeni sağlamakla yükümlüler. Ayrıca, çalışanlarına vücut ısısı kontrolü yapmak ve kuşkulu bir durumla karşılaşırlarsa bunu ilgili yerel birime gecikmeden rapor etmek zorundalar.

karantinadan-sonra-vuhan-1-otobuse-binmeyi-bile-ozlemisim-715135-1.


Tahmin edileceği gibi, şehirde maske takmak zorunlu. Çin’de maske takmak zaten çok yaygın bir alışkanlıktı. Bir zamanlar Çinli dostlara “Maske hem kadın hem erkeğe uygun bir Çin takısıdır” diye takıldığım o aksesuar şimdi benim için de zorunlu. Bir de tam teşekküllü korunanlar yani baştan aşağıya koruyucu elbise giyerek dolaşanlar var ki, arkadaşların dediğine göre çoğunluğu şehre 25 Mart’tan sonra gelenlermiş (benim gibi). Yine arkadaşların dediğine göre, karantina döneminde şehirde olmayanlar daha ürkek davranıyorlarmış.

Cadde-sokaklardaki dükkânlar çıkarabildikleri kadar çok ürünü önlerindeki kullanabilecekleri boş alana çıkarıyorlar. Amaç içerideki insan sayısını olabildiğince düşürmek ve müşterilerin içeride kalma süresini çok azaltmak. Müşteriler genellikle aradı��ı ürünü dışarıdan seçiyorlar ve çoğunlukla dükkânın içine bile girmeden ödeyip ayrılıyorlar.

Kişiler arasında fiziksel mesafeyi korumanın zor olduğu inşaat, şehir temizlik işleri vs gibi alanlarda çalışanlara, günlük vücut ısısı kontrollerine ek olarak, düzenli olarak tarama testleri yapılması zorunluluğu getirilmiş. Sorumluluk işverenlere, denetlemek ve testleri uygulamak ilgili yerel komite ve sağlıkçılara ait.

Bunlar şehir merkezinde alınan ve ilk aklıma gelen önlemler. Şehrin çevresindeki yerleşim birimlerinin çoğunda karantina üç hafta kadar önce hafifletilmişti. Bazı izleme önlemleri devam ediyordu. Dolayısıyla, buralarda kurulu olan fabrikalar iki hafta kadar önce çalışmaya başlamıştı. Basına-TV’lere yansıyanlardan gördüklerimize ve durumu bilenlerden öğrendiklerimize göre, Seyrek (fiziksel mesafe) çalışma düzeni, vücut ısısı ölçümü gibi günlük rutin kontroller, bir araya gelmeyi/toplanmayı engelleyen önlemler bütün işyerleri için uyulması gereken zorunlu kurallar. Salgından önce topluca yemek yenen yemekhaneler ya kapatılmış ya da en az iki metre arayla tek kişilik küçük masalar yerleştirilmiş veya işçiler masanın olmadığı açık alanlarda iki metre kadar mesafeli oturarak yemek yiyorlar.

İkinci Bölüm Yarın...