Kardeşlik yaylası

Kardeş sıcaktır. Kardeş sözcüğü de sıcaktır, daha sıcak. Özlemek gibi. Özlemin sıcaklığının yerini ne tutabilir, kavuşmak bile tutmaz bazen. Kardeş sıcaktır, sözcüğünü de içinde taşır, sıcaklığını da, özlemi, kavuşmayı da. Bazen kavrulmayı da.

Kardeş övgüdür. Kardeşlik bir övme ve övülme biçimidir. Ne kadar çoksa kardeşlik, övgüsü de öyle ince, büyük, yoğun ve hep olur. İnsan, varlığının övülmesinden olmalı, daha önce hiç hissetmediği kadar dolu olur, hayal bile edemeyeceği derecede iyi olur, kendini güzel bulur, yakışıklı olur, boyu uzar, saçları çıkar, karnı dümdüz aşağıya iner, birdenbire sesinin o güne dek hep içinden mırıldandığı şarkılara ne kadar da iyi gittiğini farkeder...Sonra kim bilir daha neler olur. Siz de hemen ‘kardeş’ sözcüğünü söyleyin içinizden, kardeşin harfleri tam aklınızdan sesinize hece olarak akmak üzereyken dokunun ona, ve tam kalbinizin üstündeyken söyleyin: ‘Kardeş’.

Kardeşlik bir sanattır. Hem kadim hem taptaze, hem de ‘teritaze’ diyelim ki, hep canlı olsun kardeşler de, kardeşlik de, tazecik iltifatlar yağdıralım birbirimize, o iltifat sözcükleri çiftçilerin boynundaki ‘yağlık’lar gibi terini alsın kardeşlerin. Tazecik terini.

Kardeşlik sanatı, ki en çok kızkardeşlerin gücü, iyiliği, direnci, bağlılığı, barışçılığı ve koruma çabasıyla kavidir, sağlamdır, kardeşliğin de bu sanatın da tüm yükünü onlar taşır ve ama yine ne tuhaf sanki başkası taşımış, onlar hiç yorulmamış, hiç yüksünmemiş gibi davranırlar. Kim bilir belki de kadınlardır, kızkardeşlerdir kardeşliği yücelten, onu havalandıran, kanatlandıran, yere göğe konduramayan. Öyle düşünürüm hep, diyeceksiniz ki iyi de bu pek akıl düşüncesine benzemiyor, eh benim düşünürüm deyişim de biraz düşlerim demek gibi bir şey. Akıl düşüncesi değil, kalp düşüncesi olsun öyleyse, erkekler ayağını yere basmak ister, kadınlarsa başı göğe ersin ister. Kadınlar kuş kavmindendir, gökyüzü halkından, mavi kabilesinden. Erkeklerse içimizden birileri diyelim.

Mevsim yaz ya ben de yazıyı yaza çıkardım, sözcükleri güneşe çıkardım, cümleleri dağ bayır dolaştırıp duruyorum işte. Sokaklarda, caddelerde yüreğinin yangınını gezdiren insanlar görürsünüz, dert onları evlerinden uğratmış, dışarıya salmıştır. Çıldırmamak için dertleriyle birlikte dolaşırlar, içten avazlı, yürekten yangınlı. Bu yazı da öyle işte, evden uğratılmış, yazdır diye değil, yazıdır diye gezip dolaşmakta. Ne derdini söyleyebiliyor ne de gideceği yeri biliyor. Derdi var da onu götürüp atabileceği bir yer yok.

‘Gülbahar halam Kürde varmıştı.’ Babaannem de Kürt ama, çocukluğumuzda Eskişehir’de öyle söylenirdi. O zamanlar Türk Türkle evlenirdi. Kürtle, Aleviyle evlenirsen, evlendi demez, ‘vardı, varmış’ derlerdi. Kürde varmış, Aleviye varmış...Gülbahar halamın oğlu, yani Kürt tarafından akrabamız İsmet anlattı yakınlarda Eskişehir’de. Babası, Dersim’den Eskişehir’e sürgün Hasan amca. Gözleri çocukken kör oluyor. Cemal Süreya da o yıllarda Eskişehir’de, maliyede memur, ‘Üvercinka’ yılları, demek ki 1958 öncesi. Kitapta yer alan “Sizin Hiç Babanız Öldü mü?” şiirini de 1953’de yazmış. İsmet dedi ki, ‘Cemal Süreya’nın o şiiri babamı düşünerek yazdığını sanıyorum.’ Olabilirdi. İkisi de Dersim sürgünü. Belki de karşılaştılar Eskişehir’de o yıllarda. “Sizin hiç babanız öldü mü?/Benim bir kere öldü kör oldum/Yıkadılar aldılar götürdüler/Babamdan ummazdım bunu kör oldum.”

Halil daha tazeydi, sıcaklığı taze, gülüşü taze, havadaki bulutu, topraktaki kumu, nefesi, yüzü, gülüşü, günü ve gecesi tazeydi, ‘devri daim olsun’ diye toprağa sakladığımız, sonsuzluğa uğurladığımız günün ertesiydi İsmet bunları Halil’in anne, baba ve kardeşlik evi olan ‘Gül’ün bahçesi’nde anlatırken. Elbette bahçe herkesindir ama ağaçları da bir insanı sever gibi sevmek gerekir, adıyla, ruhuyla, iyiliğiyle. Erik Nazan’ın, şeftali Dilek’in, kiraz Ali’nin dersek işte koruyucu aile gibi bir şey olur, ağaçları koruyucu adlar olur. Ağacın şenliği de, güzdökümü de onlardan sorulur, elbette onlar önce kendilerine sorarlar. Ama Halil bahçeye, her bahçeye uzaktan yakından, sesli sessiz, gözucuyla gönüldolusuyla, içten yürekten, merhametle ve şefkatle ve rikkatle bakan adamdı. Güzel adam. Güzel kardeş.

Kardeşlik bahçedir. Halil’in kendi bahçesi hiç olmadı ama, Gül’ün bahçesi vardı işte, anne bahçesi, kardeş bahçesi, yakın, dost, ahbap bahçesi. Halil, iyi arkadaş, dost, içten anlamına geliyor, öyle olmasa da anlamına Halil’le kavuşurdu. Bütün ağaçları kardeş, bütün bahçeleri arkadaş bilen bir can. Kardeşlik bahçesinin tam ortasındaydı. Gülden başladı, kırçiçekleriyle sevindi, erikten, limondan, kirazdan yürüdü, karaduta ulaştı. Sonrası, yazın en güzel ayında, belki de yılın iyilik ayında, haziranda bağbozumuna karıştı. Bahçe tarumar oldu, bağ bozuldu. Oysa bahçeden yürüyüp yaylaya çıkacaktı. Her yıl temmuz ortalarında Karadeniz yaylalarına çıkardı karısı Aysel, kızı Nazlı Irmak ve akrabalarıyla beraber.

Halil, üçüncü kardeşim, onu şimdi ‘iyiliğin başı sağolsun’ diye anıyorum. Cemal Süreya’nın şiirini “sizin hiç kardeşiniz öldü mü/benim bir kere öldü çocuk oldum” diye okuyup yanıyorum. Kardeşlik hem duygudur hem enerji, hem bağdır hem inanç. Kardeşliğin Halil’le bir yayla olduğuna inanıyorum. Yüksek, geniş, nefes açıcı, temiz, rüzgarlı, ferah ve herkesin çıkması, arınması, yaşadım diyebilmesi, kardeşliği eşitlikçi, özgürleştirici, güzelleştirici, iyileştirici, güçlendirici ve elbette çok sevindirici bir hal olarak yaşaması için. Halil bu yaz yaylaya çıkamadı, daha yücelere çıktı. Bütün ağaçların, çiçeklerin, bahçelerin, yaylaların, dağların, iyiliğin, güzelliğin, kardeşliğin başı sağolsun.