Kardeş yazıp bir can bırakıyorsun. Kardeşim. Karagözlü Halil’im. Canımın canı. Seni bırakır mıyız hiç, senin iyiliğin bizi altı kardeş gibi yaşatıyor hâlâ. 5 yıldır sen orada, biz burada. Buluşuncaya dek de öyle yaşayacağız, seninle, hep buradasın diye.

Kardeşyazı

Aşk yaz bir boşluk bırak!” diye yazıp, uzun şiirlerle sürdürmüştüm aşkı da boşluğu da. Aşk yazıp bir boşluk bırakmak, nefes almaktı bir bakıma. Aşkın nefes alması, hiç kuşkusuz. Boşluk bırakmanın nefes kesici demeyelim ama nefes açıcı yanı. En sık alıntı yaptığım dizelerin başında gelen, Cemal Süreya’nın “Beklemek gövde kazanması zamanın” dizesinden mülhem, “boşluk nefes alması aşkın” desem! Hatta ‘boşluk’la uyaklı olduğu kadar, yaşamla, doğayla ve insanla da uyaklı olan ‘hoşluk’ duygusunu da katıp, boşluk ve hoşluk ortasında aşkın hem nefes alacağı hem de onu ve birbirlerini sevenlere nefes verip tazeleyeceğini, yenileyeceğini de söylesem…

“Kardeş yaz bir yokluk bırak!” böyle değil fakat. Aşkın, boşluğun, nefesin hoşluğu onda yok. Onda ‘bir çocuğun ölümü insanlığın ölümüdür’ acısı var. Kardeşlik tuhaf bir şey. Başka bir aşkın mümkün olduğunun işareti. Kardeşler birbirlerinin yazı gibi, yazısı gibi. Murathan Mungan’ın “Yaz geçer, yine gelir” dizesi, kardeşin yokluğuyla yazın da bitişini duyuruyor bana kaç yıldır. Eskiden altı kardeş, hepimiz hayattayken, teselli gibi, hatta yazın kendisi gibi olan bu dizeyi kendi kendime yineler, “yaz sürüyor” derdim. Kardeşlik yazdı çünkü, mevsimdi, yazın ta kendisiydi. Yaz da bitermiş kardeş gidince.

Kardeş gitti, yaz bitti. Onun, tıpkı Necatigil’in ‘ortayurttaş’larından biri olarak, karısını ve biricik kızını da alıp, arabasına atlayıp Olimpos’lara, ağaçevlere, Kadir’in Yeri’ydi galiba, gitmeleri bitti. Hem gidişte hem dönüşte, olmazsa mutlaka dönüşte Eskişehir’e, Gül’ün bahçesine gelip yaşadıklarını, bazen tanışıp da unutamadığı insanları tatlı tatlı gülerek anlatması bitti. Kaç yıldır o bahçede Olimpos, Akyaka dönüşleri, oralardan toplanmış anılar, kokular, gülüşler yok. Bahçede kardeş yok, bu ne yamandır!

Herkes yaz der. Kış sevilir, güz özlenir, bahar şenlenir ama yaz başkadır! Yaz belki de, Engin Turgut’un unutulmaz dizesindeki hakikat gibidir, “hüznün mesaisi bitti/şimdi insan olma vakti”dir. Varsıl yoksul orta herkesi buluşturan bir mutluluğu vardır yazın. Mutluluğun sıcaklığı, yazın “her dilde, her gönüldedir”. Yaz, güzle sürer. Kardeşin gittiği yaz, yasla sürer. Kardeşyazı, kardeşyası olur.

Kardeş yazdım, bir çocukluk bıraktım. Eskişehir’de, hâlâ çocuk şehir diye sevdiğim şehrimde.

Yokluğa neşeyi, sevinci, iyiliği sığdıran küçücük evlerde, verdikleri için varlıklı olan, vererek zenginleşen bir anne, baba, babaanne eşliğinde. Kardeşlik bir uygarlık gibi renklendi ve öyle çoğaldık! Birbirimizden de beslendik, büyüklerimizden de. Farklılaştık, çeşitlendik. Kimimiz odalara çekildi içine döner gibi, ben. Kimimiz alnına vuran güneşin çağrısına uyup arkadaşlığa düştü, Kemal. Halil en düşüncelimizdi her zaman, düşünen, sonra da onları gerçekleştirmek isteyen. Kimimiz isyan bayrağını erkenden açtı, itirazın sesi oldu, Ali. En küçüklerimiz, iki kız kardeşimizdir. Dilek, bir çift kanat oldu ve neredeyse hepimizin göğünü mavi kıldı. Nazan iyiliğin yolcusu oldu hep, kardeşlerinin yüksek hemşiresi gibi, kalp kadar yüksektir ikisi de.

Kardeş kadar güzel, hakiki yazı yoktur, alınyazısıdır. Cennete inanırım, insanın kalbindeyse. Unutmanın Genel Teorisi’ni okudum, şahane bir roman, (Jose Eduardo Agualusa, Portekizceden çeviren Sevcan Şahin, Timaş, 2018), şu cümleler oradan: “Tanrı ruhları bir terazide tartar. Bir yanda ruh, diğer yanda onlar için ağlayanların gözyaşları vardır. Kimse ardından ağlamazsa, ruh cehennemin dibine gider. Eğer yeterli gözyaşları varsa ve yeteri kadar içten dökülmüşlerse ruh gökyüzüne yükselir…/…Başkaları tarafından özlenen insanlar cennete giderler. Cennet, başkalarının kalbinde işgal ettiğimiz yerdir.”(s.245) (Bu arada Timaş’ın bazı kitap kapaklarını yapan Barış Şehri’yi kutlarım, şahane kapaklar yapıyor, tanımadığım kimi yazarları, kitapları onun tasarımlarının güzelliği nedeniyle okudum.)

Kardeşliğin yazından cennete gelmek o kadar da zor değil. Cennet, aynı zamanda kardeşlerin kalbindedir ve onların birbirlerini sevmeleriyle, bağlılıklarıyla sürer. Steinbeck’in Cennet Çayırları’nı okumuştum, Varlık’tan, ilk baskısı, 50 yıldan fazla oldu. Sarı zemin üstüne yeşil yazılı küçük bir kitap. O zamanlar Eskişehir’de oturduğumuz Göçmenevleri’nin karşısındaki büyük alan çayır çimendi, ‘Karadenizli mütayit’ daha işbaşı yapmamıştı, Hemşinliler fırıncıydı, nefis ekmek, pasta börek yaparlardı. Kimsenin de aklına, ‘yahu şurayı imara açalım!’ gibi şeytani fikirler gelmiyordu! İmara açmak deyimi de bilinmiyordu. Şimdi maşallah çoluk çocuk tüm yatırım, girişim deyimlerini, kavramlarını sular seller gibi biliyoruz! O zaman bilmezdik çünkü yoksulduk ama cennetimiz vardı! İşte evimizin karşısındaki o geniş alanda 7’den 70’e tüm Kurtuluş Mahallesi, Göçmenevleri nefes alır, oynar, ip atlar, zıplar, top peşinde koşar, uçurtmasını göğe salar, bisiklete biner ve komşu komşu yaşardı!

Subayevleri de hemen karşımızdaydı, arkasında Şahin Tepesi diye anılan bir yer vardı, sanırım tv dizisinden esinlenerek konulmuştu bu isim. Canımın çekirdeği karagözlüm Halil’in dili biraz peltekçeydi, bu bence onun dilini, konuşmasını daha da tatlı kılıyordu, ama o bizler gibi ‘beyaz beyaz’ konuşmak istiyordu sanırım, oysa dildeki hafif karalık, renklilik nasıl da güzeldir. Ve babama her gün söylüyordu bunu. Halk bilgisi, halk takvimi, ya babam ya babaannem, ağzına fındıkla doldurup her gün bağırırsan bir süre sonra peltekliğin geçeceğini biliyor ya da öğrenmiş olmalılar ki, Halil’e söylediler.

Belki bir ay belki daha fazla, Şahin Tepesi’ne çıktı Halil, babam, bazen biz eşlik ettik ona, ağzı fındık dolu bağırdı bağırdı, sonunda peltekliği azaldı. Benim çillerim vardı, annemden gelen. Annemi zorlaya zorlaya, çil ilaçları filan alarak, krem sürerek ben de onları yok ettim. Büyümek böyle bir şeydi belki de… Sonra bütün o ‘beyaza iltica’ istekleri geçiyor, arzuları sönüyor, ama olan peltekliğe, çillere oluyor!

Kardeşin yeri hiçbir şeyle dolmuyor. Yazın yeri dolar mı? Kardeş gidince yaz da gidiyor ve yerine başka bir mevsim değil, yas geçiyor. Kardeşlik, yaz mevsimi, yitimi yas mevsimi.

Kardeş yazıp bir özlem bırakıyorsun. Kardeş yazıp bir gülüş bırakıyorsun. Kardeş yazıp sımsıkı bir kucaklaşma, kardeş yazıp bir yolculuk, kardeş yazıp bir fotoğraf, iki kadeh rakı, ırmaklar gibi gözyaşı, sayıklama, anılar, incelikler, dar günler, zor günler, arife günleri, omuz omuza halaylar, 1 Mayıs’lar, mitingler, arkadaşlıklar, bahçeler, Gül anneyle Kel Hasan’ı Gül Hasan adında buluşturmalar, en çok sevdiğin sözcükle ‘kitapsız’ demeler, kitapsızlar, kardeş yazıp bir yaz bırakıyorsun, bütün yazlardan yapılma bir yaz, bütün sevinçlerden yapılma günler, bütün gülüşlerden yapılma bir sevinç, bütün iyiliklerden yapılma bir çocukluk, bütün masumluklardan yapılma bir incelik, bütün sevgilerden yapılma bir rüya, bütün şiirlerden yapılma bir başkalık.

Kardeş yazıp bir yokluk bırakıyorsun, her şeyi yarım bırakıyorsun, kardeşi bir tepenin üstünde bir karadut dalının altında rüzgârlara, geceye, sessizliğe, fısıltılara, uykusuzluklara bırakıyorsun. Kardeşlik bir buluşmadır, hiç unutmuyorsun. Hepinizi yazda buluşturan kardeşliğin gün gelip yasta da buluşturacağını acıyla görüyorsun, anlıyorsun, yaşıyorsun.

Kardeş yazıp bir can bırakıyorsun. Kardeşim. Karagözlü Halil’im. Canımın canı. Seni bırakır mıyız hiç, senin iyiliğin bizi altı kardeş gibi yaşatıyor hâlâ. 5 yıldır sen orada, biz burada. Buluşuncaya dek de öyle yaşayacağız, seninle, hep buradasın diye.

ÇOK GEÇ

Pek iyi şeyler söylemedi dünya.

Çıt çıkarmadan dinlediniz.

Sandınız ki

Sonu hiçbir yere varmayan konuşmalarınızdı büyüten bizi.

Küpe ettiniz kulaklarımıza kötü talihleri, kara bahtları, pişmanlıkları.

Sarılsak bile geçmeyen korkular ektiniz içimize.

Oysa kumlu ellerle bölüştüğümüz kağıt helvalar

Kırılır sandığınız incir dalları

Ve başkalarının yasak bahçeleri büyüttü bizi.

Suçlu sandığınız mutlu çocuklardık.

Sadece ölümden yapılmadık!

Yıkamadan önce sarılsaydınız bir kez olsun,

Uyumadan önce öpseydiniz

Duyabilirdiniz;

Saçlarımız delice yaşam kokardı.

Şule Birkan Şengün