Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün affını istediği haberleriyle uyandık; yani istifası istenmiş! Ekrem İmamoğlu’nun İngiliz Büyükelçisi ile bir araya gelişini belgelemek için hukuksuz biçimde MOBESE kayıtlarının kullanılması sonrasında Gül’ün, bu tür yöntemleri cemaati hatırlatarak eleştirmesinin gidişinde etkili olduğu söyleniyor. İmamoğlu’nu yıpratma kampanyasının ilk kurbanı kampanyayı açan iktidar cephesinden oldu!


İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nu bu derece hedefe getiren nedir? Eğer mesele Cumhurbaşkanlığı meselesiyse, Ekrem İmamoğlu ile birlikte adı geçen diğer isim Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın da hedefe konulması gerekirdi. O nedenle bu konudan tümüyle kopuk olmamakla birlikte iktidarı kızdıran ve Ekrem İmamoğlu’nu hedefe koyduran meselenin başta Kanal İstanbul olmak üzere iktidar icraatları karşısındaki kararlı duruşu olduğu kanısındayım.

Bu spekülatif alandan İstanbul’un kar gerçekliğine dönmekte fayda var; çünkü kar ve kapanan yollar bazı gerçeklerin de üzerini açtı. O gerçekliklere karlar erimeden dikkat çekelim.

***

İstanbul’un kar mağduriyetini en fazla yaşayan bölgeleri, kentin çeperleri ve Hadımköy, 3. Havalimanı gibi saçaklandığı bölgeler oldu. Büyükşehir Belediyesi medya savaşları sırasında bu alanlara yönelik aksların önemli bir bölümünün Karayolları sorumluluğunda olduğunu göstermeye çalıştı. Ancak daha önemli bir mesele biraz gölgede kaldı.

Geçtiğimiz dönemde İstanbul’un Kuzeyi bu alanların Havalimanı, Kanal İstanbul ve 3. Köprü’nün açtığı yoldan yapılaşmaya açılması ekolojik dengeler açısından eleştirildi. Ancak geçtiğimiz uzun dönemde bu ve benzeri bölgeler bütün karşı duruşlara karşın plan değişikliğine uğradı ve yapılaşmaya açıldı; İstanbul saçaklandı!

Biz şehir plancıları kendi halimize bırakılırsak, açılıp saçılmak yerine kompakt/derişik dediğimiz derli toplu saçaklanmamış kent formlarını severiz. Bu yeğlemenin bir nedeni tarım alanlarının ve ekolojik bölgelerin korunması kaygısıdır. Ancak çok tartışılmayan ikinci bir boyut daha var; saçılmış kentlerde altyapı başta olmak üzere hizmet sağlamanın maliyeti çok yüksektir. Dağınık ve geniş bir coğrafya da altyapının başta ulaşım olmak üzere yeterli biçimde tesis edilmesi çoğu durumda mevcut kentin kaynaklarının çalınmasıyla sonuçlanır. Örneğin metro yapmak yerine ıssızlığa açılan ve hiçbir zaman yeterli olmayacak otoyollar yaparsınız.

***

Kar altında bu yaklaşımın doğruluğu bir kez daha gözler önüne serildi. Geçtiğimiz dönemde saçaklanan alanlarda sorun mevcut kent dokusundakinin çok ötesinde yaşandı. Bu alanlara erişim ve sorunu gidermek kendi başına bir sorun haline geldi. Buradan, geçtiğimiz dönem bu saçaklanmayı sağlayan kararlara imza atanların ortaya çıkan olumsuzlukların altında da imzalarının olduğunu söyleyelim.

Son olarak suni biçimde kar krizinin parçası haline getirilen elçi krizinin düşündürdüğü iki boyuta dikkat çekelim. Ekrem İmamoğlu’nun İngiltere Büyükelçisi ile kısa bir akşam yemeği için buluşması üzerinden bir kampanya yürütüldü. MOBESE boyutunu bir tarafa bırakırsak hatırlatılması gereken temel bir nokta var. İstanbul küresel bir kent ve bu kentler, beğensek de beğenmesek de küresel güçlerle etkileşiyor; yatırım çekmeye, ulus-ötesi etkinliklere ev sahipliği yapmaya, küresel güçlerin tanımladığı jeopolitik nitelikteki kuşaklarda yer almaya çalışıyor. Bu çerçevede son yıllarda bu etkileşime yönelik ortaya çıkan küresel kent diplomasisi diye bir uzmanlık alanı gelişmeye başladı. Ben çok hazzetmesem de söz konusu uzmanlık alanı, bu türden görüşmeleri küresel kentlerin liderleri için bir görev olarak tanımlıyor.

***

Eleştirinin ikinci boyutu Başkanın, krizi yönetmek yerine elçiyle görüşmeyi yeğlediğini söylüyor. Belediye tarafı eleştiriyi, görüşmenin önceden planlandığı, kar yağışı başlamadan önce gerçekleştiği ve kısa kesildiğini söyleyerek yanıtlıyor.

Bu eleştirinin çıkış noktasında bir tek adam belediyeciliği kabulü yok mu? Kuşkusuz belediye başkanı bu tür bir krizde kurumunun başında olmalıdır (ki belediye tarafı başkanın hızla kriz merkezine döndüğünü söylüyor). Ama mesela belediye başkanı çıksa dese ki, “ben İngiltere Elçisi ile görüşmeyi ertelemedim; gösterdim ki, büyükşehir belediyesinin bu tür bir krizi karşılayacak belediye başkanı ötesinde kurumsal bir derinliği ve güçlü kadroları vardır. Kısa keserek de gösterdim ki; kentime derin bir bağlılığım var ve dışarıda personelim ve araçlarım gereğini yapsa da ben krizde işimin başındayım. Ben güçlü bir liderim ama tek adam değilim!”

Bu tür bir söylem, toplumdan kopmuş iktidar çevrelerine çok bir şey söylemeyebilir! Ancak hiç kuşkum yok, geniş kitleler bu tür bir söylem yaklaşım bekliyor.

Merkez de ve yerelde!