Geçen yıl ekim ayıydı. Gün batımına doğru alt katın duvarları birden simsiyah kesildi. Milyonlarca karınca beyaz duvarları bir anda siyaha çevirmişlerdi. Her yerde kımıl kımıl milyonlarca karınca…Ne yapacağımızı şaşırmıştık. Silmekle süpürmekle başa çıkılacak gibi değildi. Üstelik onların da yaşam hakkı vardı, öldüremezdik. Belli ki bir şeyden korkmuş, yuvalarını terk etmişlerdi. Elektrik süpürgesini aldık ve milyonlarca karıncayı süpürgenin toz torbasına hapsettik.

O gece son yılların en şiddetli yağmuru yağmış, her yeri sel götürmüştü. Alçak semtlerdeki evlerin neredeyse tamamını su basmıştı. İnsanlar canlarını zor kurtardılar. Alışveriş merkezlerinde dükkân ve mağazalar da aynı akıbete uğramıştı. Pazar yerini yirmi santim çamur kaplanmış, yürümek olanaksız hale gelmişti. Tam bir felaketti. Karıncaların neden yuvalarını terk ettikleri anlaşılmıştı. Gelecek felaketi 21. yüzyıl teknolojisine rağmen öngöremeyip önlem almayan insanların aksine bir şekilde önceden görmüşlerdi.

Ertesi gün güneş yüzünü gösterince süpürgenin toz torbasında sağ kalan karıncaları tekrar doğaya, geldikleri yere bıraktık.

Aradan altı ay geçti. Bu süre içinde Afganistan, Pakistan, Suriye, Libya vb. yerlerde yaşam olanağı kalmayan milyonlarca insan tıpkı karıncalar gibi yerlerini, yurtlarını terk ettiler. Bir bakıma felaketlerine zemin hazırlayan Avrupa onlara kapılarını kapattı. Ölümle baş başa bıraktı onları. Oysa yaşam hakkı en temel insan hakkıydı ve bunu altına imza attıkları akitlerle kabul etmiş Avrupalı, vicdanını ve insanlığını inkâr edercesine sırtını dönmekteydi.

Ne yapmalı?

İnatla insan olmaya çağırmalı, özellikle duyarlı Avrupalılara seslenmeli… Sonuçta hiçbir yönetici gökten zembille inmedi; bugünün kapitalist-emperyalist Avrupası yine oradaki insanların ürünü. Tıpkı bugünün Türkiyesi gibi… Mevcut Meclis yine bu ülke insanının bir yansıması sonuçta. Testinin içinde ne varsa dışına o sızıyor işte. Savaş mağduru mülteciler, yaşamak için ülkelerini terk ederken, bizler de bir başka savaş içinde koca bir hapishaneye dönmüş bu coğrafyada yaşam savaşı veriyoruz. Sokaklarında volta bile atmaktan çekindiğimiz bir hapishane…

Ne yapmalı?

Şüphesiz korkuyu yenip tam da istediklerinin aksine sokağa çıkmalı, teslim olmamalı. Ancak, şiddetin kol gezdiği sokaklardan da şiddetin bir şekilde çekilmesini sağlamalı. Hızla silahların susması, şiddetin durması talebini kitlesel olarak talep etmeli. Karşılıklı silah bırakmak elbet arzu edilendir. Bu olamıyorsa Kürt hareketi öncelikle tek taraflı ateş kesmeli. Bunu daha önce de yaptılar. Ve böylesi dönemlerde görüldü ki daha çok edinim elde ettiler. Mevcut iktidar içinde bulunduğu sıkışmışlık durumunda resmi olmasa bile gayri resmi bir biçimde ateşkese yanaşabilir. En azından ilk aşamada bu denenmeli. Zira bu gidişin sonu yok. Masum insanların her geçen gün sokaklarda bir bir dökülmesine son vermeli artık. Yarından itibaren mavi bayraklarımızı alıp gökyüzünün maviliğine, yaşam hakkımız ve özgürlüğümüze sahip çıkıp barış için sokaklara çıkmalıyız.

•••

Yakın gelecek Erdoğan ve şürekâsı için sona işaret ediyor. Rıza Sarraf’ın ortağının ölüme mahkûm edilmesi ve kendisinin de ABD’de tutuklanması dikkat çekici gelişmeler. Sarraf’ın yolsuzluk tescilli Bakanlarla ilişkisi, ardından da bu Bakanların Erdoğan ve çevresi ile olan ilişkisi, zincirleme dökülürse malum sona hızla gidilecek demektir. Bu durumda daha da sıkışmış olacak olan diktatör saldırganlaşacaktır. Bu durumda bizleri sokaklarda direniş örgütlenmesi, yani, Haziran Meclisleri bekliyor. Zira aralanmasını istediğimiz kapı dışarıdan açılacak olursa yine dışarıdan bizim irademiz dışında daha iyi bir iktidarın gelmesi hayaldir.