Yağmur çorbacının camekanını buğulamış Buğulanmış cama buğulanmış gözlerle

Yağmur çorbacının camekanını buğulamış

Buğulanmış cama buğulanmış gözlerle

Bakan adam

Çorbasını içiyor çala kaşık

Aklı karışık mı karışık….

 

Kimin aklı karışık değil ki?

Klasik kahve sohbetleri diyalogudur;

“Bırak Allahaşkına o politikacı beceriksizin teki.”

“O, senin arkasında durduğun adam da soyguncunun teki.”

“Soyguncu,  moyguncu. Adam,  soyuyor amma yanı sıra iyi işlerde yapıyor. Senin ki ne soymasını, ne doyurması becerebiliyor.”

Değişen/değiştirilen ahlaki yapı. Fırsat bulsa kendisi de soyacak olup bunun meşruluğuna zemin hazırlayan hiç de azımsanmayacak bir insan topluluğu.

Tuttuğu takım galip gelince hayatı pembeleşen, sıkıntılarını unutan taraftar kitle. AB’ye girince yada Anayasa değişince demokrasi geleceğine yürekten inananlar. Üfürükçünün muskasına bel bağlayanlar… Ağaçlara bez bağlayan, yatırlara mum dikenler…Hayatı değişsin diye başına mıçacak kuş arayanlar…

Özgür iradesi ile geleceği değiştirebileceğine inancı kalmamış bir insan topluluğu.

Geleceğe yönelik öz güven eksikliği ve beraberinde gelen bir sağlık sorunu; anksiyete bozukluğu..Sürekli kötü bir şeyler olacakmış hissi. (Hoş, her şeyin kötü gittiği bir ortamda aksini düşünmek olasıymış gibi…)

Toplumsal hastalığımıza bu teşhisi koyanlar hastalığın nedenini de küresel kapitalizme bağlıyorlar. Küresel kapitalizm, neoliberalizm, emperyalizm sac ayağı üzerine oturtulmuş dünyalının çektiği derin ıstırap.

Shakespeare’in ‘soyulan gülebiliyorsa hırsızdan bir şeyler çalmıştır’ lafını bir kenara bırakarak, sistemin enformasyon çağı deyip dezenformasyonu  damarlara zerk ettiği bir dünyada,. soyguncusunu seven bir topluluk haline gelmenin ne menem bir şey olduğu üzerine kafa patlatmaya gerek var mı?

!933-1945 yılları arasında Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı yağmış olan Hitler’in mesai arkadaşı Joseph Goebbels’in, “ Yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkacaktır.” demiş olduğu ve o Goebbels’in milyonlarca Almanı savaşa ikna etmiş olduğu gerçeği ortada iken.

Yine Afganistan’da ‘dünyaya demokrasi getirme mücadelesi’ içinde olduğuna inanan Norveç’li askere; ” Savaş seksten daha güzel” dedirten, insan öldürmekten zevk almayı koşullayan  bir dezenformasyon?

Piyasacı düzenin özelleştirmeleri allayıp pullayıp insanlara sunan dezenformasyon.

 

Bu sabah işe giderken radyoda Ankara Barosu seçimleri üzerine konuşan cemaat izdeşi avukatın seçim vaadi olarak meslektaşlarına, siyasetten uzak bir baro önermesi. Siyasete ve siyasilere bulaşmadan meslektaşlarının sorunlarını çözebileceğine inanıyor olması. Partisi

% 10 seçim barajını aslanlar gibi savunup buradan hayatiyet bulurken kendisinin nispi temsili hararetle savunma çelişkisi….

Bu gerçeği en azından hisseden, ama çoğunlukla farkında olan sol, sosyalist cenahta bu dezenformasyondan nasibini alıyor. Yaratılan ezici güç ortamında kendini güçsüz görme ve ‘bu böyle gitmez, buradan bir şey çıkmaz’ gibi sürekli kendini dövme ruh hali.. Sürekli bir yeniklik, kaybetmişlik psikolojisi…

Sistem, devasa olanaklarıyla kafaları karıştırıp, zihinleri kırıştırıyor. Hemen arkasından kırışık zihinleri, karışık kafaları ütülemek üzere yandaş akademisyenleri, medyası sahne alıyor. Televizyon kanallarında her akşam kafa ütüleyen artık aşina olduğumuz yüzler ve sistemi meşru kılan diziler… Ne adına? Halkı aydınlatma adına.. Dikkat ederseniz Goebbels’in bakanlığı da ‘Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı’ idi.

Teşhis ve hastalık nedenleri ortada ise yapılacak olan doğru tedavinin adını koymak ve uygulama değil midir?

Bence en iyi otama biçimi, teşhir, tecrit ve tepeleme sac ayağı üzerine oturtulan otama biçimidir. Bıkıp usanmadan, bu piyasacı, zorba düzeni ve onun sağdan soldan izdeşlerini teşhir ve tecrit etmek ilk işimiz olmalıdır. Sonrasında gücün yettiği oranda eskilerin” nush ile uslanmayanın hakkı tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” deyişini de yabana atmadan usulünce tepeleme eylemi de üçüncü ayak olursa ne ala..

 Başarılı olunabilir mi?

Şartlar uygunsa..

Hangi şartla?

Yirmibirinci olmamak şartıyla…

Her mahallede en az bir tane bulunan mahalle delilerinden birisi bir duvarın üzerine oturmuş elindeki oltayı sokağa sarkıtmış bekleşiyor.

Yoldan geçen aklın hegemonyasına teslim olmuş bir akıllı sormuş;  “ Ne yapıyorsun?”

Yanıt; “ Akıl tutuyorum.”

“Tutabildin mi bari?”

“ Çoookk.. Seninle 20 oldu..”