Özlem Narin Yılmaz’ın önceki kitapları “Kayıp Yalnızlık Ormanı” (Everest, 2006) ve “Kızböceği”ni (Everest, 2008) okumuştum

“Onlar ki; kalpleri var hissetmezler,

 Onlar ki; gözleri var görmezler,

 Onlar ki; kulakları var işitmezler.”

               Araf Suresi 179.Ayet

 

Özlem Narin Yılmaz’ın önceki kitapları “Kayıp Yalnızlık Ormanı” (Everest, 2006) ve “Kızböceği”ni (Everest, 2008) okumuştum: İnsan tekinin yaşamı boyunca yer etmiş acıları, ıstırapları; yine insan tekini “öteki”leştirmeden “bizden biri” olarak anlatan öykülerdi.

Yazar bu kez “Karmeleği”* ile okurla yüzleşiyor. Bilinçli olarak “yüzleşiyor” kavramını kullandığımın farkındayım. Çünkü Karmeleği gerçek anlamda gündelik hayatta ruhumuza hükmeden, nüfuz eden, sadece sıradan değil, örgütlü ve egemen şiddetin hayatlarımızda yarattığı alışkanlıkların ve adeta yaşam biçimi haline dönüşen şiddetin travmatik haliyle dönerek nüksedişinin öyküleri.

Gül Fısıltısı, Topal Şövalye’nin Şişman Prensesi, İki Bebek Bir Melek, İçinden Trenler Geçen Masal, Dördüncü Fotoğraf, Temizlikçi, Madam Lora’nın Çikolataları gibi; insan tekinin sıradan hayatların akışkanlığı içinde doğal ritme teslim olup unutturduğu gündelik şiddetle yeniden yüzleşmesinin tokat gibi öyküleri Karmeleği’ndekiler…

Dünyanın uzak coğrafyalarını bile çok yakınındaymış gibi algılarken yanıbaşındakini öteleyen bir toplum gerçekliğinden, doğu’nun “haritada asılı uzak, denizaşırı bir ülke” tahayyülünü, askerdeki bir nişanlının ve bayraklı cenaze alaylarının üzerinden bir kez daha okumanın derin yüzleşme halleri. “Tanrım, şükürler olsun, bugün de ölmedim” diye yatılan yüzlerce gecelerden birinden akseden ve öte yakadakilere gönderme kabilinden belirgin ruh halleri.

Dağ başında yitirilen bir bacağın, diğer uzuvlarla hastane odasındaki yüzleşme hâli. Tümüyle insaniyet halleri üzerinden, uzuvla hayat arasındaki illiyet bağı varoluşu nedeniyle resmi reel durumla çatışmanın öyküselliği. Telefonun öbür ucundaki çok uzak bilinmez dünyanın, yaşanan dünyaya “diriyi alıp ölüyü gönderme”sinin travmatik tezahürü.

Bugünlerde sıkça konuşulup dillendirilen (ana)dil meselesinin çocuğun bilmediği ama her halükârda yaşayan bir dilde konuşan ebeveynlerle ciddi toplumsal yüzleşmeye denk düşen “dil”in sahici ve “reelpolitik” hali.

(Birisinin) Vurulup düştüğü mekânda göllenen kanını, deterjanlı suyla ovarak yıkayıp temizleyen esnafın garip ruh hali. Yeryüzünden bir anda “hikâyeleriyle” birlikte silinip giden insan tekine ait tüm izlerin temizlenmesi ve sokağın olanca rutinliği içinde azıcık önceki kaldığı yerden hayata yeniden dönüşünün olağanlığına alışmış olmak! Travmanın nüksetme ve giderek şiddete alışan yaşama hali.

Özlem Narin Yılmaz’la ilgili daha önce Kayıp Yalnızlık Ormanı ilk kitabı üzerine de yazdığımda vurgulamıştım. Kürtler, çok sevdikleri bir şeye; “Kakil ê Gûz ê”  derler. Özlem’in dili de böyle bir dil, taze ceviz içi gibi. Dilin kabuğunu kırıp içindeki ayrıntıya nüfuz eden “cinli” bir kıvam var Özlem Narin Yılmaz’da.

İçindeki cinle, cinli halle, adeta edebiyatın ciniyle, devamlı didişen cinli bir edep hali var edebiyatında. Çok kıymetli görsellikleri de içinde barındıran bir edebiyatla, yüzleşmenin edebiyatıyla, kurgusallıkla hayatın, bir de yaşanan reel gerçekliğin hatlarını birbirine geçirgen kılan hâlin edebiyatı olduğunu söylemeliyim.

Karmeleği’nde diğer kitaplarının da izleğinden giderek güçlü bir edebiyatın hak teslimiyetini vurgulamam gerektiğini de bir kez daha dillendirmeliyim.

*Özlem N. Yılmaz, Karmeleği, Cangençlik Yayınları, Eylül 2010, İstanbul.