Aylin Demirli Yıldız* Sınava ve nota sıkışmış eğitim süreci aynı zamanda çarpık bir “başarı” algısının da ortaya çıkmasına sebep oluyor. Yıllar süren ve sıra arkadaşını bile rakip haline getiren stres yüklü sürecin sonunda eli yüzü düzgün bir okula girebilen öğrenciler bile aslında kendini yetkin ve başarılı hissetmiyor. Çünkü sadece sıralamaya dayalı çarpık bir başarı tanımı […]

Karnenin tek başına ölçemedikleri: Okulda başarı ve öğrenme

Aylin Demirli Yıldız*

Sınava ve nota sıkışmış eğitim süreci aynı zamanda çarpık bir “başarı” algısının da ortaya çıkmasına sebep oluyor. Yıllar süren ve sıra arkadaşını bile rakip haline getiren stres yüklü sürecin sonunda eli yüzü düzgün bir okula girebilen öğrenciler bile aslında kendini yetkin ve başarılı hissetmiyor.

Çünkü sadece sıralamaya dayalı çarpık bir başarı tanımı yapmak onların başarısız olduğuna dair içsel bir inanç geliştirmesine sebep olabiliyor. Kendilerini sürekli başkalarıyla karşılaştırdıkları sonucunda aptal, beceriksiz, yeteneksiz, diğerlerinden düşük seviyede ve daha az başarılı algıladıkları ve doğal olarak başarıya ulaşma konusunda umutsuz hissettikleri bir örüntü geliştiriyorlar. Bu örüntü yetişkin yaşamında da erteleme, insanlara yoğun güvensizlik hissetme, mesleği ile bağ kuramama, özgüven eksikliği, performans kaygısı gibi nedenlerle geri çekilme ve benzeri pek çok sorunu beraberinde getiriyor. Haliyle doyum aldıkları, kendilerini yetkin hissettikleri, mutlu ve değerli olduklarını fark ettikleri bir yetişkin yaşamından oluyorlar.

Peki o halde neler yapabiliriz? Sınav gerçeğini bugün için değiştirme şansımız olmadığına göre hiç olmazsa çocuklarımızı ve öğrencilerimizi süreç içerisinde koruyacak önlemleri almamız gerekir.

Her şeyden önce unutmamalıyız ki akademik başarısızlık durumunda çocuğa ağır cezalar vermek, eleştirmek veya küçümsemek, onu değersizleştirmek hiçbir işe yaramayacaktır. Hiç kimseyi azarlayarak, küçümseyerek ve karşılaştırarak motive etmek mümkün değildir. Bilakis, bu söylem onun “zaten yapamam” inancı geliştirmesine sebep olacaktır. Çocuğun akademik başarısı ancak yıl boyu onu destekleyerek çözülebilir. Üstelik aile ve okulun bu desteği planlarken, elde edilen sonuçta kendi payını hesaba katması gerekir. Bir dersi öğrenememek başarısızlık olamaz. Çocuk o dersi öğrenemediyse, öğrenen taraf olan çocuk kadar öğreten taraf olarak okulun tüm bileşenlerinin ve psiko-sosyal destek veren taraf olarak ailenin de bunda payı vardır. Tam da bu nedenle çocuğun gelişim özelliklerine uygun, herkesin katkı verdiği yıl boyu sürecek bir destek mekanizması planlanmalıdır.

İkinci olarak, çocuğumuzun öğrenci kimliğinin ötesinde bir kimliğe sahip olduğunu hatırlamalıyız. Duyguları, düşünceleri, güçlü ve zayıf yanları ile büyüyen, gelişen, yaşam becerileri edinen değerli bir varlık olarak sadece dersleri değil kendisiyle ve çevresiyle de ilişki kurmayı öğreniyor. Boş zamanları aktif olarak değerlendirmek, dinlenme ile boş durma arasındaki farkı kavramak, arkadaşlık ilişkilerini yönetirken kendi sınırlarını çizebilmek gibi gelişimsel görevleri de yerine getirmeye çalışıyorlar. Bu alanlarda onlara rehberlik etmek, ihtiyaç duyduklarında sığınabilecekleri bir liman olmak hem yaşam doyumlarını hem öğrenme meraklarını artıracaktır.

Diğer bir önlem ise, dersler arası hiyerarşiyi ortadan kaldırmak olacaktır. Bu hiyerarşide matematik gibi hep üst sıralarda önem atfedilen dersler “zaten zor ve öğrenilemez” kabul edilir. Bu durumda pek çok öğrenci, peşin bir yenilmişlik duygusu ile öğrenmeye çalışıyor ve yüksek kaygı ile kaçmaya başlıyor. Oysa bir derste zorluk yaşanıyor ise öğrencinin neleri yapamadığı, neden zorlandığı ve hangi derste ne tür bir deneyim yaşadığını anlamak gerekir.

Son olarak tatil yapma hakkının hepimiz için önemli ve değerli bir hak olduğu ama tatilin “hiçbir şey yapmamak” demek olmadığı bilinciyle hareket etmeliyiz. Tatili, destek sisteminin bir parçası olarak planlayıp, eksik öğrenmelerin telafisi için kullanmak elbette mümkün. Ama bu telafi sürecinin tatilin tadını kaçıracak, öğrencide “hiç dinlenmeden yeni döneme başlama” duygusu yaratacak düzeyde olmaması gerekir. Aksi takdirde yaşayacağı tükenmişlik ve yorgunluk, yeni dönemin de sorunlu ve çatışmalı geçmesine neden olacaktır. Dahası bu destek ve telafi sistemi illa tek bir yolla olmak zorunda da değildir. Elde bir büyüteçle doğadaki canlıları incelemek, beraber belgesel seyretmek, beraber kitap ve dergi okumak, kâğıttan gemi yüzdürürken fizik konuşmak, arabada giderken ağaçları incelemek çocuğa hem öğrenmenin soru çözmenin ötesinde hayatımıza kattığı zenginliği anlaması için fırsat verecek, hem de ergenlik döneminde bile çok önemli olan ebeveyn çocuk ilişkisini güçlendirecektir.

Bu yüzden yaz boyu, öğrencilerin eline test kitabı tutuşturup onlarla “ders çalış!” kavgası yapmak yerine, beraber öğrenme fırsatları yaratmaya odaklanmanızı öneriyorum. Böylelikle yetişkinler için de hem çocuklarının tadını çıkarma hem de pek çok yeni bilgiyi öğrenme hazzını yaşayacakları bir yaz dönemi geçirmek mümkün olacaktır.

*Doç. Dr. Psikolojik Danışman