Fotoğraf, Türkiye’de uzun bir dönem genel olarak güzellik olarak algılandı. Halbuki fotoğrafçının işi olanı biteni doğru aktarmakla ilgili olmalıydı. Estetik öğrenilmeliydi ama estetik kuralları gereğinden fazla abartıldı. Bugün ‘usta’ diye ortalıkta dolaşanların kabahatları çok. Teknik önemliydi ama kültürel birikime tercih ettiler çünkü kendi eksiklikleri oydu, verebilecekleri fazla bir şey de yoktu. Örneğin ‘iyi bir fotoğrafın yazıya ihtiyacı yoktur’ gibi bir mit yaratmışlardı. Oysa belgesel ve haber fotoğrafçılığında; fotoğrafın nerede, nasıl çekildiğiyle ilgili bir bağlam gerekirdi. Neyse, bugünkü yazımın ana izleği bu değil, defalarca yazdığım konuya yeniden dönmek hiç değil, üstelik benzer meselelerde hemfikir olduğum arkadaşlarımla seminerlerde, panellerde çok kez konuyu gündeme getirip anlattık da.

“Sadece kameranız ve siz varsınız. Fotoğrafınızdaki kısıtlamalar size bağlıdır çünkü ne gördüğümüz kim olduğumuzdur” der Ernst Haas. “Fotoğraf çekmek, insanın aklını, gözünü ve yüreğini aynı hizaya getirmesidir. Bu bir yaşam tarzıdır” sözü de Henri Cartier Bresson’a ait.

Yalnızca fotoğrafçı, yalnızca yontucu, yalnızca edebiyatçı, yalnızca müzisyen, yalnızca... yalnızca... Yalnızca şair olamazsınız. Bu böyle biline...

Bağlamı fotoğraftan açtım, aslında bu hafta okuduğum iki kitaptan bahsedecektim. Çok da kopuk sayılmaz, disiplinlerarası bağlaşım kurulmalı. Biri Salâh Birsel’in ‘Nezleli Karga’, diğeri Murathan Mungan’ın ‘Küre’ adlı kitapları. Şiir ve Şair’e dair yazılanlarda ortaklaşması çok. Tanıtımdan ziyade kesitler sunmakla yetineceğim, çünkü özgün ve etkili anlatımlar benim sözümü kesti. İyi anlamda söylüyorum bunu. Edebiyatla uğraşıp kalem oynatıyorsanız okuyunca ya anlayacak ya da alınacaksınız. Üstüne alınmayanlardansanız sizin bileceğiniz iş. Karşı kaldırımdan yürüyünüz.

• • •

‘Nezleli Karga’dan kesitler

2 Eylül 1990

“Çokları edebiyat dışında. Tüm yaşamları boyunca şiir yazmış, öykü karalamış, deneme ya da eleştiri döktürmüş bunca yazarın yazdıklarını inceleyin, çoğunun, hiçmihiç edebiyatın içine demir bırakamadıklarını görürsünüz.

Ama kasılmaya gelince herkesten çok zibidiler, sünepe ve sölpükler, lapçın ayaklar, lomlom atanlar, yalan yulan fetva verenler kasılır.”

• • •

10 Eylül 1990

“Kimileri sözlerini geride tutup onları uslarına vurduktan sonra telaş ve coşku denizine salıyorlar.

Ne ki, çokları da zekâlarını geriye çekip sözlerini, bir ayak topu gibi, önde götürüyorlar.

Langa-lunga. Langa-lunga.

Sağa şut. Sola şut.

Böylece benbenlikleri pek çok artmış maymuncular kötülüklerini ortaya çıkarmayıp, kin dolu yüreklerinde saklıyorlar.”

• • •

23 Temmuz 1990

“Şairler için “serasere samur kürk” protokolü:

1-Toplumcu şiir yazmayacaksın. Sadece yerde ve gökte toplumcu şair olduğunu fısıldayacaksın.

2-Kendilerini topluma, insan sevgisine adamış sanatçıları da bireyci olmakla suçlayacaksın.

3-Duygusal duygularla haraba ve yebaba yatmış bir mıcırık, bir lambacı olduğunu ancak bu yolla gizleyebilirsin.

4-Unutma ki, Puşkin’in “Çingeneler” adlı şiiri için bir yazar şöyle demiştir: “Çingeneler’de yalnız bir tek namuslu kişi vardır: Ayı. Aleko’nun kazkafalı meraklılara göstererek yaşamını kazandığı evcil ayıdır bu.”

• • •

Murathan Mungan’ın “Küre” adlı kitabından kesitler:

“İma ile geçmek yeni değildir.

Tasrîhe mecâl olmadı îmâ île geçtik,” der Nailî-i Kadim. Hepimiz geçilmiş yollara kendi sesimizin imasını veririz.

Bu yüzden geçerken alçak gönüllü olmakta yarar var.”

• • •

“İnsan dediğin bir dil hayvanıdır. Şiirle uğraşanların hiç unutmaması gereken temel bir doğrudur bu. Varlığın mucizeleri dil’le dillenir. Bu anlamda ne kadar iyi bir “hayvansanız”, o kadar iyi bir şair olursunuz.”
• • •
“Bazı şairler yaşarken çıkardıkları gürültüye muhtaçtırlar. Sürekli birilerini çağırıp durdukları güreş minderleri aslında önemsenmeye açtıkları sadaka mendilidir.
Karşı kaldırımdan yürüyünüz.”