Televizyon haberlerinde yine her cenahın güç gösterisi vardı. Haberlerin ardından Nuray şöyle dedi: “Güç, gösterilen değil hissettirilen şeydir.” Bir an yüzüme baktı ve “farkında mısın?” diye sordu, “bir zamanlar ‘karşıda Kürt evleri, emmioğlu’ diye bir türkü vardı, hayatımızdan sessizce çıkıp gitti!”

Böylece bu haftanın konusunu kucağıma bırakmış olarak bilgisayarının başına döndü.

***

Aklından geçenleri okumaya çalıştım, muhtemelen şunları düşünüyordu: Güç, gösterilen değil hissettirilen şeydir. İnsan korktuğuna karşı önlem alır. Ama ürktüğü karşısında çaresizdir. Çünkü görmediğin ama sadece hissettiğin şeyden ürkersin. Şimdi ürkek bir hissiyat var ortalıkta… Sanki beklenmedik yerde beklenmedik anda “bir şeyin” olması (mesela bir bombanın patlaması, bir linç olayının yaşanması) bekleniyor. Bekleniyor! Fısıltı gazetesiyle yayılıyor bu ürkeklik. Herkes tedirgin.

***

Şimdiki gençler ancak youtube’dan filan dinleyebilir, ama ne güzel türküydü o, 1970 yılında Cem Karaca bangır bangır söylerdi. “Karşıda Kürt evleri/ Ah leylim vah leylim emmioğlu…”

Sözleriyse adeta “geleceğe dönüş” etkisinde, yani 1970’teyken bile 40 yıl sonrasını hissedebilirdiniz.

***

Siyaset biliminin ve hatta sosyolojinin kendini tekrarladığı yerde, sosyal psikoloji pat diye devreye giriveriyor, kendi argümanlarını dayatıyor:

Kürtler artık korkmuyor, korku eşiğini aştılar gibi… Köşeye kıstırılmış ve ha bire dövülen ve korkutulan bir kedi yavrusu bile aniden kaplan’a dönüşür ve can havliyle tepki gösterir ya, işte öyle…

Türkler ise ürkmeye başladılar; tedirgin, endişeli bir bekleyiş içindeler. Tepkileri uç noktalarda… Ya suskunluk ya patlama… Bazen de fırtına öncesi sessizlikteymişler gibi…

Elle tutulamayan ama hissedilen bir sessizlik. Dolayısıyla, hissettirilen bu ürkekliğin kendisi de ürkütücü. Çocuklar artık büyük AVM’lere gönderilmiyor. Ya “bir şey” olursa? Yakın zamana dek her “şehit haberi” ardından birçok evin balkonuna Türk bayrağı asılırdı. Dikkat ediyorum, uzun süredir bayrak sayısı çok azalmış ya da hiç asılmıyor!

Şehirlerdeki Kürt evleri Türk evlerinin şimdi çok mu “karşısında”?

***

Ama 40 yıl önce de Kürt evleri zaten Türk evleriyle iç içe değilmiş ki, yine karşıda dururmuş, öyle… Cem Karaca’nın o türküsü, “Emmioğlu ele benzer emmioğlu…” diye devam ediyordu. Emmioğlu ama, “ele benziyor”, yani yabancıya benziyor!

Bu türkünün bir de Müslüm Gürses tarafından yorumlanmış versiyonu var. 1968 yılında çıkardığı ilk plağına bu türküyü okumuş ve “Emmioğlu da el oğlu,/  Emmioğlu da Kürt oğlu emmioğlu/ Emmioğlu ele benzer emmioğlu” diye “Kürt oğlu”nu bastıra bastıra söylemiş türküsünü…

***

Gelinen noktadaki güç gösterisi, güçler dengesi ve bunun sonucu ortaya çıkan toplumsal haletiruhiye gazete manşetlerine yansıyor. Yurt gazetesi Şemdinli haberini “Ölüm Sessizliği” manşetiyle verdi. Ürkütücü. Hürriyet internetin manşeti şöyleydi: “Gözleri döndü! 48 saatte 3. saldırı…”

TSK görünen güç. Tankı, topu, yüz binlerce askeri, sesten hızlı bombardıman uçakları, füzeleri, yani korkutmak ve imha etmek için gerekli bilumum enstrümanı var. Üstelik NATO ordusu.

Ama Kürtler artık korkmuyor. Gözleri dönmüş!

PKK’nin “görünmeyen” gücü var. Bilinen tanımıyla “gerilla harbi” veriyor. Bu örgüte “terörist” diyenler de var elbette. Ama bu iki farklı adlandırma somut durumu hiç değiştirmiyor ki. Çünkü onun görünmeyen gücü, (her şeyi göze almış olduğundan ötürü) beklenmedik anda, beklenmedik yerde, “her şeyi ama her şeyi yapabileceği” ürküntüsünü de yaratıyor.

Şimdi Türkler ürküyor.

***

Belki de Kürtlerden hep ürkmüşlerdi. 40 yıl öncesinde de Kürt tedirginliği, dolayısıyla sansürü vardı. Nitekim bu türkünün radyoda filan çalan resmi versiyonlarında “karşıda Kürt evleri” yerine “karşıdadır evleri” denilirdi. Ve türküdeki “şu Urfa’nın kızları” (başka versiyonlarında “Diyarbekir kızları”) “kibritsiz kandil yakar”lardı. Ne yakarlardı?

Kandil!

***

Kandil emriyle Foça “eylemini” yapan PKK’liler, ardından Antep “eylemini” de (sivil katliamı!) yaptıysa… Yahut onlar değil başkası yaptıysa? Sonuç (şimdilik) sanki değişecek mi? Türklerin algısında aynı ürkeklik var… “Sonrası gelecek ve fakat ne olacak” ürküntüsü… Dikkat edin, “korku” demiyorum hâlâ “ürküntü” diyorum…

Ama hakikaten PKK yaptıysa… Bu durumda süreç “yine” nereye yönelmiş olur?

Bundan 7 yıl önce, 14 Mayıs 2005 tarihinde Öcalan avukat görüşmesinde PKK’ye şöyle sesleniyordu: “Ne savaşın, ne savaşmayın demiyorum... Gerilla savaşı aktiftir, ülke sathına yayılım demektir.” Bu beyanattan üç gün sonra, Özgür Politika gazetesinin 17 Mayıs günkü manşeti “HEDEF METROPOLLER” şeklindeydi. PKK’ye bağlı HPG’nin askeri komuta üyesi Yusuf Turhallı “operasyonların devamı durumunda savaşı yayacaklarını” ve “Kürt sorununun çözülmemesi halinde metropolleri hedefleyeceklerini” söylemişti.

Yedi yıl önce bu köşede “Sakın ha!” başlığını attıktan sonra şu soruyu sormuştum: Metropollerdeki bombaların pimi çekilince, bugüne dek patlak vermediğine şükrettiğimiz bir Türk-Kürt çatışması, Kürtlerin ve Türklerin iç içe yaşadığı kalabalık kentlerde toplumsal düzeyde gündeme gelmez mi?

Şunu da hatırlatmıştım: 1999 yılındaki duruşmalarda kendisine “bebek katili” diye yöneltilen suçlamalar karşısında Öcalan, bunların “asla tasvip edilmeyecek kitle hedeflenmesi” olduğu şeklinde özeleştiri yapmıştı. (A. Öcalan, Savunma, Mem yay., s. 143, 144). Ama bu tür eylemlerin kendi kontrolü dışında “örgüt içindeki Şemdin Sakık benzeri çeteciler tarafından gerçekleştiğini” de eklemişti. Avukatlarıyla yaptığı o görüşmesinde de, “Ben size savaşmayın demiyorum ama Şemdin tarzı savaş olmaz. Şemdin'in yaptığı kepazelikti” demişti. Peki PKK’liler metropolleri hedef aldıklarını ilan ettiklerinde, bebekleri, masum insanları öldürmeyecek bir bombanın henüz icat edilmediğini, bunun tam da “Şemdin’in yaptığı kepazelik” benzeri bir tarz olduğunu bilmiyor muydu?

Şehirlerdeki sivilleri hedef alan bir sıcak çatışma ortamı doğrudan şekilde Türk-Kürt çatışmasının tetikleyicisi olmaz mıydı? Artık Kürtlerin de yoğun şekilde yaşadığı büyük şehirlerde, yani metropollerde sokak çatışmaları, yeni tür Maraşlar, Çorumlar ve karşı saldırılar gündeme gelmez miydi?

Öcalan da, işte bundan yedi yıl önce, aslında böyle bir gelişme ihtimalinin farkında olduğundan, “operasyonlarla üzerimize gelirlerse, bu yönelimler çoğalırsa seçeneksiz olmadığımızı bilsinler. (...) Mesele güç gösterisi yapma meselesi değildir. Yoksa Irak, Çeçenistan, Bosna-Hersek gibi olurdu” diye herhalde kendince mefhumu muhalifinden bir “hatırlatmada” bulunmaktaydı.

Öte yandan yine o günlerde Kürt milletvekili Orhan Doğan “metropoller hedeftir” diyen PKK’ye canhıraş şekilde seslenerek, “Bir güç seni savaş alanına çekiyor. Girme. Bu savaşma zeminini ortadan kaldır” diye çırpınmaktaydı.

Evet, Antep katliamını ya PKK hakikaten yaptıysa? En azından şunu biliyoruz ki, Orhan Doğan’ın vicdanı bugün mesela BDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü’de yaşıyor: “Bu patlamada masum insanların kasıtlı olarak hedef alındığını görüyoruz. Caddenin ortasında araba patlatmak demek sivil halkı hedef almak demektir. Ben bunun Kürtlerin özgürlük davası ile ilişkilendirilemeyeceğini söylemek isterim.”

Peki ama ya PKK yapmadıysa? Nitekim HPG cumartesi günü yayınlanan açıklamasında resmi iddiaları yine yalanladı ve olayın faili olarak ismi açıklanan gerillanın kesinlikle hiçbir Kürdistan şehrine adımını dahi atmadığında ısrar etti.

***

Türkümüz “Diyarbakır şad akar” diye devam ediyordu. “Şad akar” demek, neşe içinde, sevinç içinde demek. 40 yıl öncesinin hâlâ gerçekleşemeyen temennisi... Ve ardından “Urfa Mardin’e bakar” diye tamamlıyordu temennisini. Urfa ve Mardin ise şimdi hemen diplerindeki Suriye’ye bakıyor…

***

Yani? Antep’teki katliamı PKK yapmadıysa, pekâlâ Suriye, İran, ABD (CIA) yapmış olamaz mı? Olur, neden olmasın?

Antep’teki patlama haziran ayında ABD düşünce kuruluşlarında muhtemel bir “senaryo” olarak oynanmış! Senaryoya göre, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi için Antep’te bomba patlatıp koşullar olgunlaştırılıyormuş. “Oyun” kelimesi üzerinde durdu bütün yorumcular. “Türkiye üzerine oyun oynanıyor!” Orta oyunu değil Ortadoğu oyunu! Kan, ölüm, savaş, yıkım, acı, gözyaşı… Ama hiç böyle bir oyun olur mu? Zalimsen olur. Bal gibi olur. Olmasa da olduruyorlar. Öldürüyorlar.

Bir de sosyal psikolojinin senaryosu var:

Kötü senaryo şudur: PKK ya da Ortadoğu siyasetleri marifetiyle ortalık daha fazla karışır, ürkek Türkleri haklı çıkaracak şekilde metropollerde büyük can kayıpları yaşanırsa, alışveriş merkezlerinin, metronun filan havaya uçurulması denli korkunç katliamlarla karşılaşılırsa, bu gelişmeler münferit linç hadiselerini aşan Kürt pogromlarıyla sonuçlanırsa, ya Birleşmiş Milletler müdahale eder, ya da hükümet olağanüstü hal, savaş hali ilan etmek zorunda kalır. Geçmişte Bosna’da şimdi Suriye’de olup biten felaketler tekrarlanır.

İyi senaryo, tek cümleliktir: Bütün bunları öngörebilecek bir basiret, insanlık!

Hem Türk hem Kürt türkülerinde sıkça geçer, ortak bir kelimemizdir “leylim”; sözlüklerde “leylim”in karşılığı olarak “her zaman, sürekli” diye yazar.

Peki o zaman, iki halk birbirine “el” olarak mı kalsın yoksa “emmioğlu” mu desin?

Ah “leylim” vah “leylim” emmioğlu!