Türkiye siyasetinde ve ekonomisinde büyük dönüşümler hiçbir zaman ‘normal’ koşullarda gerçekleşmedi. Memleketin askeri darbeler tarihi, aynı zamanda sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda ekonominin ve yasal-siyasal üst yapının biçimlenmesinin tarihidir. Sadece 24 Ocak Kararları değil, öncesinde ithal ikameciliğin kökleşmesi de, yerli burjuvazinin palazlanması da askeri müdahalelerin kanatları altında mümkün oldu. 15 Temmuz’daki darbe girişimi akabinde oluşan atmosfer, gerçekleşmiş darbe pratikleri sonrasını andıran bir süreci, iktisadi ve siyasi yeniden yapılanmayı işaret ediyor. Patronların Beştepe’de sıraya girmesi boşuna değil!

12 Mart’tan bu yana çalışanların sürekli hak kaybına uğradığını ve 12 Eylül ile bunun zirve yaptığını biliyoruz. 1970’lerden bu yana, kapitalist sistemin içine daha fazla giren ordu ile sermaye-sivil bürokrasi-siyaset arasında kompleks ilişkiler oluştu. Bu süreçte sermaye, devletin gücünü arkasına almak adına orduyla yakın temasta kaldı. TÜSİAD, 1990’lı yıllarda ordu merkezli demokrasi sorunlarını eleştirmekten geri durmasa da 28 Şubat’ta rakip sermaye grubuna yapılan operasyonlara ses çıkarmadı. AKP’nin ilk yıllarında tereddütle de olsa iktidarı destekleyen TÜSİAD çevresi makro ekonomik dengelerin düzelmesinden mutlu, MÜSİAD’ın güçlenmesinden endişeliydi.

Başta MÜSİAD çevresinde faaliyet gösteren cemaat sermayesi, şartların uygun olduğunu düşünerek 2005’te TUSKON’u kurdu. On yılda binlerce işadamı Cemaat’in sermaye grubuna dâhil oldu. Artık İstanbul sermayesi - Anadolu sermayesi ikililiğini aşan bir durum vardı. Cemaat’in patronları kendi iktisadi faaliyetleri için siyasi güvence istemeye devam ettiler, bu amaçlarına da 2000’lerin sonların ulaştılar. 2008-2012 küresel ekonomik krizinin Türkiye’yi mümkün olduğunca az etkilemesi için sermaye gruplarının AKP ile ortak çalıştığını ileri sürebiliriz.

Saflar değişti
Cemaat ile hükümetin kılıçları çekmesiyle denge bozuldu, aynı tabana seslenen TUSKON ile MÜSİAD’ın da yolları kesin biçimde ayrıldı. AKP’yi destekleyen MÜSİAD bu savaştan en çok istifade eden taraf olurken 15 Temmuz’un ertesinde TUSKON tarihe karıştı; Cemaat patronları kaçırabildikleri serveti yurtdışına çıkardı. MÜSİAD ise darbe girişimi sonrasında oluşan havada ön saflarda yer alarak konumunu garantiledi.

15 Temmuz sonrası, sermaye gruplarıyla AKP arasında yeni ilişkilerin kurulacağı bir dönem olacak. AKP’nin MÜSİAD ve TÜSİAD’ın ikisine birden ihtiyacı var. Gezi sırasında “teste” tabi tutulan ve karnesinde kırık olan TÜSİAD ekibi darbe soruşturmalarının kendilerine kadar uzanmasını ve yeni pay dağıtımından uzak kalınmasını istemediğinden hükümetle daha yakın ilişki kuracak gibi görünüyor. Hükümet ise özgürlükleri kısıtlarken ekonominin daha da kötüleşmesini göğüsleyemez.

Üç gündem
İktidar ile sermaye arasındaki bu karşılıklı bağımlılık durumu kısa ve orta vadede yapısal dönüşümleri mecburi kılıyor. Bunları üç maddede toplamak mümkün. Birincisi olağandışı bir başka gelişme olmadığı takdirde baskın bir seçim yapılmayacağını tahmin edebiliriz. Mini anayasa paketinde uzlaşılırsa yeni anayasa referandumu da büyük ihtimalle 2017’ye kalacak. Sermaye bu süreci destekleyecek. İkincisi hem kamuda hem özel sektörde istihdam - emek rejimi radikal bir değişikliğe uğrayacak. Cemaatçi tasfiyesi gerekçesiyle kamudaki iş güvencesinin bütünüyle kaldırılması ihtimali uzak değil. Özel sektörde de işverenlerin tazminat yükü azaltılacak. El konan/konacak malların iktidar yanlısı taraflara tahsisi için yasal düzenlemeler yapılacak. Üçüncüsü, ordunun rant ekonomisine yeni olanaklar sağlayacak biçimde reorganizasyonu. Bu çerçevede satışa çıkarılacak askeri tesislerden profesyonel orduya geçişe uzanan yeni gelişmeler kapıda. Gelişmelerin OYAK üzerindeki etkisini ise zaman gösterecek.

Her ne kadar AKP’lilerin bir kısmı şimdilerde ‘Avrasyacı’ kesilse de iktidarın fırsattan istifade kurmak istediği ekonomik-politik düzen Batı ile ilişkilerin sürdürülmesini gerektirir. Ayrıca Batı’dan kopmamak kaydıyla Rusya pazarının yeniden açılması olası bir ekonomik dalgalanmayı hafifletir. Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığın kapısını arşınlayan patronların da uzlaştıkları noktalar bunlar. Hükümet için de sermaye için de demokratik zemine dönülmesinden çok ‘istikrar’ önemli. Tablo az çok böyle; o nedenle hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı çıkan bir siyaset ile emek eksenli bir siyasetin aynı demokratik zeminde birleştirilmesi su gibi, hava gibi elzem.