Oduncular; hayatta kalma mücadelesinin, doğayı anlama ve hatırlamanın esas olduğu bir roman. İkinci Dünya Savaşı’nın yan öğe olarak yerleştirildiği kitap, Timmo’nun varlığını ve hayat olağan akışına döndükten sonraki yok oluşunu merkeze alıyor.

Kasabada yalnız bir oduncu

KAAN EGEMEN

Polonyalı bir şair İkinci Dünya Savaşı’nın son demlerinde ülkesinin iki ateş arasında kalmışlığını anlatan şu dizeleri yazmıştı: “Seni bekliyoruz Kızıl Veba/ bizi Kara Veba’dan kurtar diye…”

Şairin bahsettiği dönem olan 1944’te, Sovyet ordusu Nazileri Avrupa’nın ortalarına geri gönderirken girdiği Polonya’yı Hitler’den sonra bir kez daha yakıp yıkmış ve Stalin muhaliflerini sokaklarda infaz etmişti.


Bunun bir benzeri İskandinavya’da savaşın hemen başında yaşandı. Norveç’i işgal eden Nazileri durdurmak isteyen SSCB, İsveç ve Finlandiya’ya girdi. Fin ordusu, Sovyetler’in şehirlerindeki ve kasabalarındaki evlerden, hayvanlardan ve arazilerden yararlanmaması için her yeri ateşe vermişti. 1944’te Polonya’daki gibi Finlandiya’da da insanlar savaşın bu kirli yüzüyle karşılaşmıştı.

Roy Jacobsen ‘Oduncular’da Fin kuvvetlerinin taş taş üstünde bırakmadığı Rusların güzergâhındaki Suomussalmi kasabasını terk etmeyen oduncu Timmo’nun anlatımıyla bir yaşam mücadelesini ve direnişi romanlaştırıyor.

YAŞAMIN YALIN YORUMLARI

Jacobsen’in romanın başkarakteri Timmo aracılığıyla anlattığı hikâye, hem bir başkaldırıya hem de doğada ayakta kalma kalma uğraşına denk geliyor.
Fin ordusunun yıktığı kasabayı terk etmeyen Timmo, Sovyet askerlerinin kurbanı olma tehlikesinin yanı sıra yıllardır içinde bulunduğu doğada ölme riskiyle de karşı karşıya kalıyor.

Aralık 1939’da başlayan hikâyenin merkezindeki Timmo, kasabanın çılgın oduncusu; insanlarla fazla ilişki kurmayan, gününü ormanda geçiren ve deyim yerindeyse kendisini doğaya teslim etmiş biri.

Kasabayla özdeşleşen bu adam her koşulda yaşayabileceğini düşündüğünden ne Ruslardan ne de savaştan çekiniyor. Bu cesareti onu Ruslarla konuşmaya ve öldürülmemesi için anlaşmaya itiyor. Ruslar da onun bölge doğası hakkındaki bilgisi ve odunculuk tecrübesinden yararlanıyor. Bir noktadan sonra Timmo hem savaş hem de soğuk yüzünden ölmemek için Ruslara yardım ederken buluyor kendisini. Başka bir deyişle karların ve buzun ortasında, vicdani ve insani bir hikâye işlemeye başlıyor: Yaşamak ve yaşatmak için odunculuğun kendisine kazandırdığı hep güçlü kalma dürtüsü Timmo’ya bu durumda da yol gösteriyor.

Finlandiya’nın dillere destan kışında yaşama tutunma çabasını, Timmo ve Rus askerler için savaşın bir boy önüne koyuyor Jacobsen: Doğanın çetin şartları karşısında, savaşın getirdiği özel koşullarla birlikte hayatta kalma mücadelesiyle yüzleşiyor okur.

Çok fazla şey beklemediği hayatı, son derece yalın bir şekilde yorumlayıp yaşayan Timmo, savaşın neden çıktığını, askerlerin neden cepheye sürüldüğünü ve tüm bunların sonunda kimin kazanacağını kavrayamayan sıradan insanı temsil ediyor. Bu yalınlık, Timmo’nun 7 Aralık 1939’da kasabanın ıssızlığını tasvir ederken biraz daha belirginleşiyor: “Hiçbir kasaba böylesine sessiz olmamıştır. Hiçbir yerde ışık yanmıyordu, kum gibi kuru karlarda tek bir ayak sesi duyulmuyordu, konuşmalar yoktu, köpek havlamaları yoktu, tepinen ya da burunlarından soluyan atlar yoktu, kasabanın sesleri sönüp gitmişti ve her şeyden önemlisi bacalardan duman çıkmıyordu; dört bin nüfusun ve en az bir o kadar hayvanın yaşadığı kasaba birkaç saat içinde, insanlarla hayvanların yaratılması düşünülmeden çok önceki zamanlardan beri buradaki ormanları kasıp kavuran buz gibi soğukta omuz omuza verip soluklarını tutarak bekleşen boş ağaç kabuklarına dönüşmüştü.”

VAR OLUŞ VE YOK OLUŞ

Timmo’nun “Ruslar beyaz mı, kara mı?” sorusu, savaşın doğasını yansıtmakla beraber, Finlandiya kışında hayatta kalma çabasının da bir ürünü. Evlere odun dağıtıp insanları sıcak tutmaktan başka bir amacı olmayan ve bunu en iyi şekilde yerine getiren Timmo’nun, Rus askerlerine son derece naif biçimde rehberlik ederken âdeta bir komutana dönüşmesi de onlar tarafından neden öldürülmediğini bilmemesi de hayata bakışıyla yakından ilgili.
Bir insandan ya da Finlandiya vatandaşından önce oduncu olduğunu söyleyen Timmo’yu tarihin sayfalarına yerleştiren Jacobsen, kendisine kahraman demeyenlere bir saygı duruşunda bulunuyor ‘Oduncular’da.

Bu, aynı zamanda Timmo’nun (ve onun gibilerin) bilgece tavrına da bir gönderme: “Bildiğim en güzel şeylerden biri kalkmak zorunda olmadığım bir yatakta yavaş yavaş uyanırken ağaçları düşünmek; kestiklerimi, şansım yolunda giderse keseceğim ağaçları düşünürüm, yığdığım bütün ağaç gövdeleri durdukları yerde parlar, içimi bir huzur ve beklenti kaplar. Ama hepsinden de öte kesemeyeceğim, yerlerinde bırakacağım ağaçlar, erişemediğim bütün her şey, her yanımı kaplayan, içinde şaşkın bir hayvan gibi sağa sola koşturduğum ve çıkışını bulamadığım uçsuz bucaksız orman üzerime çöker, kapalı bir kapı gibi karşımda durur, adını bulamam, o zaman kan ter içinde, soluk soluğa uyanırım, soluk alabilmek için gökyüzünü görmem gerekir.”

‘Oduncular; hayatta kalma mücadelesinin, doğayı anlama ve hatırlamanın esas olduğu bir roman. İkinci Dünya Savaşı ise Jacobsen tarafından bilinçli şekilde bir yan öğe olarak yerleştirilmiş kitaba. Timmo’nun varlığı ve hayat olağan akışına döndükten sonraki yok oluşu ise hikâyedeki trajik bir yön.