Kasabanın 40 senelik sırrı: Bay Konsolos

ŞEFİK ONAT

Roman ve senaryo yazarı, emekli diplomatlardan Şefik Onat’ın yazar Mahmut Şenol’la söyleşisinde tuhaf bir roman kahramanı olan Bay Konsolos üzerine ilginç sorular, karşılıkları yer alıyor.

Bay Konsolos beni, okur okumaz sarıp sarmaladı, iliklerime kadar işledi. Seni tanımama, zaman içinde kalemşorlar olarak birlikte yollara düşmemize yol açtı. Bay Konsolos’u sahneye uyarladım, film senaryosunu yazdım. Belki eski bir diplomat olmam nedeniyle kitabın adı beni cezp etmişti. Fakat okuyunca bu konsolosun bizim konsoloslardan olmadığını gördüm. Romanı okumamış olanlar için sormalı, kim bu Bay Konsolos?

Bay Konsolos, adı söylenmeyen bir deniz kasabasında, artık olmayan ülkesinin konsolosluğunu kırk yıl, halkın ortak kabulü ve memnuniyetiyle sürdürmüş, kasaba Belediye Başkanının desteğiyle ferah feza yaşamış bir diplomat. Kasaba bunu bir sır gibi saklıyor, bilinçli bir gizleme değil bu, herkesin ortaklaşa bir hayale katıldığı fantezi. Antony Quinn’in kasaba belediye başkanı rolünü oynadığı Santa Vittoria’nın Sırrı filmindeki gibi, tüm kasaba halkının katıldığı bir toplu şizofreni, sır saklama becerisi. Günü birinde trajediye dönüşecek bir komedi bu.

Olmayan bir ülkenin konsolosu nasıl olunur? Varmış da, yok mu olmuş? Nasıl düşmüş bu kasabaya Bay Konsolos?

Ou-Topia, yani Thomas More’dan beri Ütopya, olmayan bir ülke anlamında dilimizde; işte Bay Konsolos’un Tangerina adlı ülkesi de belki bir ütopyaydı, bilmiyoruz. Bilmemiz de gerekmiyor, onu Bay Konsolos’un biliyor olması hem biz okurlar için hem romandaki kasabanın halkı için yeterli. Evvelden var mıydı Tangerina? Varmış herhalde. Romana göre, sonradan bir büyük devlet buraya el koymuş, ilhak etmiş. Bunu kabullenemeyen Bay Konsolos, bulunduğu ülkenin kıyı kasabasında görevine kırk yıl boyunca ısrarla devam ediyor. Yaptığı tam donkişotluk! Her şeye karşı durmak, tek başına direnmek. Bay Konsolos’un sevilmesine yol açan da bu.

Bay Konsolos’un görevli olduğu kasaba nerede? Gerçi “Bir Akdeniz sahil kasabası” diyorsun, tahminlere yöneliyoruz ama dünyanın herhangi bir yerinde de olabilir, değil mi?

Yok, olamaz! Benim tanıdığım Bay Konsolos öyle her yerde yaşayamaz, illa Akdeniz olmalı, daraltırsak Ege, biraz daha büyüteci yaklaştırırsak Bodrumlu Halikarnas Balıkçısı’nın dediği gibi Arşipel Denizi, hatta belki de Bodrum limanıdır onun nefes alıp vereceği yer; ben öyle zannediyorum. Bay Konsolos’un dediği gibi, siz de bunu lütfen “Düşünmeyin bayım, düşleyin!”

►Senin Konsolos hem müthiş bir bilge hem de bir Don Kişot. Her türlü yanlışlığa, bilgisizliğe, kötülüğe karşı cansiperâne mücadele veriyor. Senin Don Kişot üzerinde uzmanlığını da bildiğimden (ki hayatında senin kadar derinlemesine Don Kişot’u bilen birine rastlamadım!) âdeta yepyeni bir Don Kişot yarattığını düşünüyorum. Doğru mu?

Benim Don Quijote uzmanlığım biraz meşkûk, şüphelidir; bendeki Don Kişot lafazanlığı, aslında, Jose Ortega y Gasset’den geliyor, onun Cervantes yazılarından; eh biraz da Don Kişot’u sık sık okuyup üzerine felsefe yapmaktan belki. Hiç kuşkusuz Don Kişot’un etkisi var Bay Konsolos’da. Şunu da belirtmeliyim tabii, Batı Romanı baştan aşağı yeni donkişot yaratmakla geçen sürecin ürünüdür.

►Bay Konsolos’un ilk baskısı 2005’teydi. Şimdi karşılaştığımız mülteci felaketini ilk baskıda okuduk; o vakitler hayal gibi bir şeydi. Nasıl bir öngörü bu? Şimdiki olayları gördükçe ne gibi hisler doğuruyor sende?

Bay Konsolos’un bulunduğu kasabanın İçmeler mevkisine sürüklenip gelen bir başıboş teknedeki yüzlerce göçmen kaçağın varlığını, bir olgu olarak biz, 2000’li yılların başında pek bilmiyorduk; tek tük hadiseler vardı orada burada ama böylesine, bugünkü gibi felakete dönüşmüş değildi. Her çağda mülteci sorunu var, fakat şimdi yaşanan başka. Ben romanı yazarken bir öngörüde bulunduğumun farkında bile değildim, bugünden geri dönüp baktığımda sanki bir kehânette bulunmuş olduğumu görüyorum. Üstelik, meğer ben, ‘Aylan bebek’ olayının yaşandığı kıyıları anlatıyormuşum. H2O Kitap tarafından yapılmış yeni baskıyla beraber bu güncelliğin okurun dikkatini çekeceğini düşünüyorum.

►Romanı “Trajikomik” olarak sınıflandırmıştın. Gerçekten de öyle. Hele Bay Konsolos’un elinden kayıp giden büyük aşkını dikkate alırsak! Nasıl bir şey bu böyle? Öte yandan Konsolosluğun kâhyası Madam Tilda’nın Bay Konsolos’a âşık olduğu izlenimi okurda yer etti. Öyle mi gerçekten, Madam Tilda hizmetinde olduğu konsolosa âşık mıydı?

Vallahi, aşk bu, bilinemez. Ben âşıktı diyemem ama aralarında bir anne-oğul ilişkisine dönen derin bir bağ vardı. Yumurtasını soyup kahvaltıda önüne koyan Madam Tilda, terleyince sırtına mendil bile yerleştirecek kadar çevresinde pervaneydi. Hangimiz annemizin bu titizliğini özlemeyiz; dürüst olalım. Annesinin onu terk ettiği yıllarından beri Bay Konsolos, bir kadının sunduğu üstüne tereyağı sürülmüş ballı kızarmış bir ekmeği ısırmanın hazzını arıyor olmalı ki Ermeni asıllı Madam Tilda’nın konsolosluğa gelip işe başlamasıyla aradığı huzuru bulmuş. Ben buna cinsel aşk diyemem... Gelelim kaybettiği asıl aşkına: Bay Konsolos, bir tango sanatçısına, Tita Somena’ya âşık olur, kadın onu terk eder ve hayat boyu süren bir derin kederle baş başa kalır. Somena gerçekliğin kadınıdır, Konsolos’un düşlerine katılmaz, Tobosolu Dulcinea olamaz; gider.

Sence gerçek hayatta da böyle unutulmuş bir Konsolosluk ortaya çıksa senin yazdığın şekilde dünya basınında büyük ses getirir mi?

Gerçek hayatta böyle bir şey oldu zaten: Bay Konsolos gerçekti. Sadece dünya basını henüz duymamıştı; bir gün duyacak. Romanlar gerçeği anlatır, biz onları hayal ürünü sayarız...