ABD’nin Kaşıkçı’yı neden uyarmadığı sorusu şu an için cevapsız. Washington’daki fraksiyon çatışmalarının seyrini irdelemek, cevaba ulaşma konusunda yarar sağlayabilir

Kaşıkçı ABD açısından ne anlam ifade ediyor?

POLİTİKA SERVİSİ

Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı’dan 2 Ekim’de İstanbul’daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’na girdiğinden bu yana haber alınamıyor. Polis ve diplomatik kaynaklar, çok büyük olasılıkla Kaşıkçı’nın öldürüldüğü iddiasını teyit ederken, olayın ardından ülkelerin siyasal pozisyonları yavaş yavaş netleşmeye başlıyor. Kaşıkçı’nın kaybolmasıyla ilgili son günlerde dile getirilen “Eğer ABD tehdidi biliyorsa, Kaşıkçı’yı neden uyarmadı?” sorusu bu anlamda kritik bir yer teşkil ediyor. Sorunun cevabını ararken, ABD siyaseti içindeki fraksiyon çatışması ve Kaşıkçı’nın siyasi geçmişinden yola çıkarak bugünkü pozisyonu üzerine fikir yürütmek yararlı olabilir.

Kaşıkçı’nın siyasi profili
Cemal Kaşıkçı, 1970’li yıllarda Sovyetler Birliği ile Arap coğrafyasında yayılan bağımsızlıkçı/sol fikirlere karşı desteklenen Bin Ladin ve hareketinin sempatizanıydı. Bu yıllarda Afganistan’daki cihatçı kamplarına giren Kaşıkçı, ABD başta olmak üzere Batı medyası tarafından “özgürlük savaşçıları” etiketiyle itibar kazandırılan İslamcı militanlarla röportajlar gerçekleştirdi. Suudi Arabistan istihbarat örgütünün başındaki isim Prens Turki bin Faysal (Kral Faysal’ın kardeşi) tarafından yönlendirilen Kaşıkçı’nın bu çabaları elbette hem Beyaz Saray hem de Riyad tarafından desteklendi.

Kaşıkçı’nın siyasi kimliğinde yıllar içinde değişim yaşandı. Başta İslamcı radikalizme yakın olan Suudi gazeteci, 2000’li yıllarla birlikte Müslüman Kardeşler’in (İhvan) fikirlerini benimsedi. Kaşıkçı bu yıllarda önce Londra sonra da Washington’da büyükelçilik görevini yürüten Türki bin Faysal’ın danışmanıydı. Kendisi için kırılma süreci ise 2013’te yaşandı. Kaşıkçı 3 Temmuz 2013’te Mısır’da Mursi’nin devrilmesine karşı tutum aldı. Müslüman Kardeşler, Körfez monarşileri tarafından “terör örgütü” ilan edilirken de Kaşıkçı bu karara muhalifti. Böylece uzun yıllar Suudi rejimiyle uyumlu halde çalışan Kaşıkçı’nın tahtla arası açıldı. Elbette ABD ile de.

ABD haberdar mıydı?
Peki ABD, Kaşıkçı’nın İstanbul’da başına geleceklerden haberdar mıydı? Pek çok uzmana göre Kaşıkçı’nın tehdit altında olduğu CIA tarafından biliniyordu. Kaşıkçı da tehditten kuşkulanmış olacak ki, İstanbul’da konsolosluğa girmeden önce nişanlısı Hatice Cengiz’e belirli bir saate kadar binadan çıkmaması durumunda harekete geçmesi gerektiğini söylemişti. Ancak Kaşıkçı’nın binaya girmesi, kuşkunun ötesinde özel bir istihbarata sahip olmadığını gösteriyor.

Kimi analistler bu noktada CIA’in ve dolayısıyla da ABD’nin, Kaşıkçı’yı uyarmayarak başına geleceklere engel olmadığı görüşünde. Kimi analistler ise ABD içindeki fraksiyon çatışmalarına işaret ederek meselenin o kadar basit olmadığının altını çiziyor. Bu yaklaşıma göre, Kaşıkçı’nın ülkenin önde gelen gazetelerinden Washington Post’ta (WP) köşe yazarı olması, devlet içindeki bir fraksiyonla ilişkilerinin iyi olduğunu kanıtlıyor. Kaşıkçı’nın son dönemlerde “Arap Baharı” tipi, CIA tarafından da desteklenen “renkli devrimleri” olumlayan yazılar kaleme aldığı düşünüldüğünde, neden “yeni muhafazakâr” kanada daha yakın olduğunu anlamak güç değil. Pek çok kongre üyesi tarafından da şahsi olarak tanınan Kaşıkçı’nın Riyad yönetimini eleştiren yazıları, bu cepheyi oldukça memnun ediyordu. Bu faktörler ışığında, yeni muhafazakâr kanat tarafından desteklenen Kaşıkçı’nın, 31 yaşındaki genç Prens Muhammed bin Selman ile derin ilişkiler yürüten Trump yönetimi açısından rahatsızlık yarattığı iddia edilebilir.

Trump’ın ihtimalleri
Şimdilerde ABD’de Trump karşıtları, Kaşıkçı’nın ortadan kaybolmasıyla ilgili olarak Washington’ın Prens Selman’a sert bir karşılık vermesini talep ediyor. “Kaşıkçı cinayeti”nin Prens Selman’ın bilgisi ve izni olmadan işlenebileceği olasılığının bulunmadığını söyleyen CIA’in Eski Direktörü Brennan, “Eğer bu ilişkideki kanser Bin Selman ise bu kanserden kurtulup, bu önemli ilişkiyi sürdürmenin yollarını aramalıyız” görüşünü dillendirdi. Brennan, ABD’nin Suudi Arabistan’a askeri satışlarının dondurulması, Suudi güvenlik servisleriyle bütün rutin istihbarat koordinasyonunun askıya alınması ve ABD’nin destekleyeceği cinayeti kınayan bir BM Güvenlik Konseyi tasarısının hazırlanması gerektiğini savunuyor.

Trump yönetiminin bu durumda ne yapacağı merak konusu. ABD Başkanı, olayın aydınlatılmasını isteyen bir görüntü çiziyor. Oysa hedefteki adam Prens Selman, Washington’ın Ortadoğu’daki askeri planlarını finanse eden bir figür. Fakat politikanın çok planlı doğası, Trump’a bir yanıyla ortağını kollama, bir yanıyla da bu olayı kullanarak onu “hapsetme” olanağı sunuyor. Yani Kaşıkçı’nın başına geleni kendi stratejisi açısından problemli görmeyen Beyaz Saray’ın, aynı zamanda bu krizi Suudilerle silah ve petrol konusundaki pazarlıkta kullanma şansı da mevcut. Ancak henüz bir ihtimal olan yaptırımların hayata geçirilmesi durumunda Riyad’ı öfkelendireceği ve bundan ABD’nin de bir ölçüde zarar göreceğini akıldan çıkarmamak gerek.