Gerçekten aydınlatılmak istenirse ve sadece bir cinayetse her olay aydınlatılabilir. Ancak, öyle olsaydı, Kaşıkçı cinayeti çoktan aydınlatılmış olurdu.

Tam 23 gün önce bir insan bir binaya girdi ve çıkamadı. Orada öldürüldüğü kesin, öldürülmesini organize edenler de reddetmiyor.

Girip de çıkamadığı binanın birincil derecede sorumlusu, başkonsolos, tam da konutu aranacakken ülkeden ayrıldı. Diplomatik dokunulmazlık nedeniyle gidişine engel olunmadığı savı en azından Suudilerin bütün diplomatik kuralları yerle bir ederek işledikleri cinayet karşısında geçersiz kalır. Egemen bir devlet, isteseydi ve bir cinayetin baş sorumlusu saysaydı diplomat diye zanlının elini kolunu sallayarak gitmesine izin vermezdi!

CIA Direktörü Gina Haspel’in Türkiye’ye geldiği gün AKP Grup Toplantısı’nda konuşan Erdoğan’dan cinayetle ilgili detaylı açıklama beklentisi boşa çıktı. Erdoğan bilinenleri tekrar etti, Suudilere sorular sordu ve orada tutuklanan 18 kişinin İstanbul’da yargılanmasını talep etti.

Suudi Arabistan’ı birazcık bilenler, cinayetin yönetimin ve şimdi ipleri elinde toplamış olan veliaht Prens Salman’ın onayı olmadan işlenebileceğine ihtimal vermezler. “Böyle bir meseleyi birkaç güvenlik mensubuna yıkmak ne bize ne uluslararası topluma yakışır” diyen Erdoğan’ın bir yandan yönetim düzeyinde sorumluluğa işaret ederken, öte yandan da Kral Salman’ın samimiyetine inandığını vurgulaması, işin bir “muhalif gazeteci”nin susturulmasının ötesinde boyutları olduğuna işaret ediyor.

Trump’ın yaptığı da aynı; bir yandan cinayet aydınlatılmalı derken öte yandan Suudilerin önemli bir müttefikleri olduğuna vurgu yaparak, yaptırım konusundan uzak duruyor.

Kaşıkçı’nın sadece yakın dönemde değişik toplantılarda yaptığı konuşmalara baktığınızda; neden hedef seçildiğinin, cinayet mekanının neden Türkiye olduğunun ve ABD’nin tavrının neden gelgitler içerdiğinin ipuçlarını yakalamak mümkün.

Ölümünden 10 gün öncesine kadar önemli Arap platformlarında yaptığı konuşmalarda; Prens Salman’ı bazı reformlar yapsa da despotizme sapmakla ve eski baskıcı yöntemlerle yönetme yolunu seçmekle suçluyordu. Suudi Arabistan’ı, değişimden korkan 100 yıllık bir monarşi olarak tanımlıyor ve bir numaralı düşman gördüğü İran’la aynı olmakla, diktatörleri desteklemekle suçluyordu.

Temel derdi İran’ı bölgeden çıkarmak olan Suudi Arabistan’ın bunun için bir taşeron satın aldığını ve bunun da Trump olduğunu söylüyordu. Trump’ın bir Ortadoğu stratejisi olmadığını, bölgeye “parasını öde seni koruyayım” politikası ile yaklaştığını söylüyordu.

Siyasal İslam ve Müslüman Kardeşler için de demokratikleşme öneriyor, ancak bölgeye istikrarı getirecek hareket olarak da onları görüyor, Türkiye’yi ise gerçekleştirdiği ekonomik mucizeyle bölge için örnek bir ülke olarak tanımlıyordu.

Söyleminin de eyleminin de Ortadoğu denkleminin aktörü olan devletlere/liderlere dokunan bir yanı vardı. Kuşku yok ki öldürülmesi, onun yok edilmesinden öte bu aktörlerin tümüne dönük de bir mesajdı.

Bu noktadan sonra, eninde sonunda Kaşıkçı’ya konsoloslukta ne yapıldığına dair bir açıklama yapılacaktır. Ancak; Suudi Arabistan, ABD, Türkiye, Katar gibi birçok ülke arasında bir mesajlaşma olan cinayet konusunda herkesi tatmin eden bir açıklama hiçbir zaman yapılamayacak. Sayılan ülkelerin dahil olduğu bir dengede, o denge var olduğu sürece, devletlerden birini cidden rahatsız edecek bir açıklama kolay kolay çıkmayacak.