Kaşıkçı suikastı, 2015’ten beri Suudi Arabistan tarafından yapılan “en iyi” eylem değildir, ancak dünyaya “en iyi” şekilde duyurulmuştur. Bundan şüphe duyan herkes, Yemen’deki Suudi önderliğindeki koalisyonun güçlü bombalı saldırılara bakabilir

Kaşıkçı'nın kaybolmasından daha kötü bir hikâye: Yemen’deki Suudi vahşeti*

Patrick Cockburn

Görüldüğü üzere, ABD yetkililerine gösterilen ve Türkiye’den elde edildiği bilinen ses kayıtlarının kanıtladığı gibi, Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayı, korkunç bir vahşet ve aptallık karışımıdır: Jack the Ripper (Karındeşen Jack), Müfettiş Clouseau’yla tanışır. Her iki unsur da şaşırtıcı değildir, çünkü küçük tehditlere karşı açığa çıkan şiddetli tepki, diktatörlük kurallarının geleneksel bir özelliğidir. Suudi Arabistan’la bugün olduğu gibi, Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak rejimi de hiçbir tehlike oluşturmayan sürgün eleştirilerini ortadan kaldırmak için büyük çaba sarf etmişti.

Bu tür suikastlar ve adam kaçırmaların amacı, sadece muhalif sesleri susturmak değil, aynı zamanda tüm eleştirmenlerin bile azami güçle bastırılacağını göstererek, tüm muhalifleri yurtiçinde ve yurtdışında korkutmaktır. Fakat diktatörlerin doğasında, kendi yargılarının dengesiz olması durumu vardır. Bunun sebebi kendi fikirlerine aykırı görüşlerini hiç duymamalarıdır. Irak, 1980 yılında İran’ı ve 1990 yılında Kuveyt’i felakete sürükledi. Suudi Arabistan ise, 2015 yılında, aynı felaketle sonuçlanacak Yemen Savaşı’na başladı ve şimdi, Türk araştırmacılar tarafından açıkça kanıtlandığı gibi, acımasızca suikasta kurban girmiş Kaşıkçı ile kaçabileceğini düşünüyor gibi görünüyor. Suudi Arabistan, Kaşıkçı’nın ortadan kayboluşu ile ilgili doğrudan muhatap kalmayı reddediyor ve Kaşıkçı’nın olay günü Konsolosluk’tan güvenli bir şekilde ayrıldığını iddia ediyor. [Editörün Notu: Suudi Arabistan 19 Ekim gecesi yaptığı açıklamayla, 2 Ekim’den bu yana haber alınamayan gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Konsolosluk’ta öldürüldüğünü doğruladı.]

Prens Salman ve Suudi Arabistan’a yöneltilen eleştirileri bir süre daha izlemek önemlidir. Başkan Trump, yorumlarını yumuşatarak, silah ticaretinin sürmesi için 110 milyar dolarlık sözleşmeyi öne sürerek Suudilerin şartlara uyması çağrısında bulundu. Körfez hükümdarlarına en çok alışkın olanlardan Tony Blair gibi kişiler, Suudi Arabistan’ı Türkiye’nin sunduğu cinayet kanıtlarına rağmen eleştirmeye gönülsüzdüler. Blair’ın yapabileceği en iyi şey, sorunun Suudi Arabistan tarafından soruşturulması ve açıklanması gerektiğini söylemektir, aksi takdirde bu durum modernleşme sürecine tamamen ters düşecektir. Blair için bile, bu kesinlikle yeni bir alçaklıktır ve gelecekte ne olacağını herkese gösterebilir, ayrıca ABD ve Birleşik Krallık’taki siyasi elitlerin bu yüzden uzun süre şoke edilmeyeceğini ve eleştirinin Kaşıkçı’nın öldürülme iddiasıyla sınırlı kalacağını ima edebilir.

Bu önemli bir noktadır çünkü suikast, 2015’ten beri Suudi Arabistan tarafından yapılan “en iyi” eylem değildir, ancak Dünya’ya “en iyi” şekilde duyurulmuştur. Bundan şüphe duyan herkes, Yemen’deki Suudi önderliğindeki koalisyonun güçlü bombalı saldırıları ve diğer askeri faaliyetleri ve bunun yanında savaşı kazanmak için milyonlarca sivili açlığa mahkum ederek yiyecek tedarikini ve dağıtımını kasıtlı olarak hedef aldığını gösteren raporu okumalıdır.

Rapora göre saldırılarla ilgili hiçbir şey tesadüfi değildir. Eylül ayı sonunda BM tarafından dile getirilen korkunç sonuçlara göre: Nüfusun yaklaşık 22,2 milyon Yemeni veya başka bir deyişle nüfusun dörtte üçü yardıma muhtaç durumda, 8.4 milyonu yeterli yiyecek alamıyor. Yıl sonunda bu sayının 10 milyona ulaşması bekleniyor. BM İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Mark Lowcock Güvenlik Konseyi’ne verdiği demeçte, “Bu çok karanlık” dedi. “Kıtlığa karşı savaşı kaybediyoruz.”

Ancak Suudi Arabistan, BAE ve bu devletlerin Washington, Londra ve Paris’teki müttefikleri, herhangi bir pişmanlık duymadıklarını açıklıyor ve hâlâ başkent Sana’a’yı ve ülkenin en kalabalık bölgelerini tutan Husi’lere karşı savaşı kazanmanın en iyi yolu olarak kıtlığın şartlarını daha da kötüleştirme niyetindeler. (Bu, Massachusetts’teki Tufts Üniversitesi’nden Fletcher Okulu’na bağlı Dünya Barış Vakfı için Profesör Martha Mundy tarafından yazılan “Yemen Savaşı: Hava Bombası ve Gıda Savaşı Koalisyonu Stratejileri” başlıklı son derece detaylı bir raporun anlatısıdır.)
Raporda, gıda üreticilerinin (çiftçiler, çobanlar ve balıkçılar) kaynaklarının zarar görmesi, depolama ve taşımacılığın daha da hedef haline gelmesi ve daha geniş bir ekonomik savaş yaşanması durumu, koalisyonun güçlü bir stratejisi olduğu görülüyor. Strateji, Sana’a’nın ve Husilerin kontrolü altındaki alanlarda gıda üretimini ve dağıtımını imha etmeyi amaçladı. Bu, doğrudan gıda maddelerine yönelik bombalama kampanyasının 2016 yılında başladığı, devam ettiği ve daha etkin hale geldiği görüşünün uzantısıdır.

Gıda sorununu kronolojik olarak anlamak kolay: Yemen’deki Kızıldeniz kıyısında, 220’den az balıkçı teknesi yok edildi ve rapora göre balıkçılıktaki oran yüzde 50 oranında azaldı. Raporda, 16 Eylül’de El Khawkhah’ta bir koalisyon güçleri gemisi tarafından 18 balıkçının sorgulandığı ve serbest bırakıldığı, sonrasında da balıkçıları taşıyan tekneye öldürücü bir roket fırlattığı biliniyor. Bu olayın raporu ise koalisyon güçleri tarafından reddedildi.

Suudi önderliğindeki koalisyon, Mart 2015’te, Abdülbüh Mansur Hadi hükümetinin yanında ve koalisyonun İran tarafından desteklendiği iddia edilen “Hristiyan isyancılara” karşı Yemen iç savaşına müdahale etmeye başladı. O dönemde Suudi Savunma Bakanı olan Prens Muhammed bin Salman “Kararlı Fırtına” adı verilen operasyonun arkasındaki itici güç oldu. Birleşik Devletler askeri personeli komuta ve kontrol merkezlerine yerleştirilirken, koalisyon hava harekâtı da ABD’nin lojistik desteği ile güçlendirilmişti.

İlk başta, hedefler büyük ölçüde askeriydi ancak bu durum koalisyon üyelerinin kısa sürede elde edileceği sanılan askeri başarı sağlanamayınca değişti. Profesör Mundy, Ağustos 2015’ten itibaren askeri ve hükümet noktalarından su ve ulaştırma altyapısına, gıda üretimine ve dağıtımına, okullara, kültürel anıtlara, klinikler ve hastanelere ve hatta evlere, yani sivil ve ekonomik hedeflere doğru bir akış yaşandığını analiz ettiğini söylüyor.

Harita ve grafiklerle desteklenen raporda, bombalama ve diğer askeri faaliyetlerin gıdaların üretimi ve mevcudiyeti üzerindeki etkilerinin sivil nüfusa yansıdığı çok açık. Hava araçlarının su ve yakıtı pompalamak için elektrik eksikliği, hava saldırılarıyla daha da artmıştır. Mundy, “hayvancılık üretiminin harap edildiğini ve ayrıca piyasalara erişimin giderek zorlaştığını” söyledi.

Çiftçiler bir pazara ulaştığında, sıkıntıları bitmiyor. Koalisyon hava saldırıları, Haziran ayında Suudiler ve Emirlik tarafından yönetilen kuvvetlerce Kızıl Deniz limanı El Hudeyde kuşatmasının başlamasıyla daha ölümcül hale geldi. Yemen’in ithalatının yaklaşık yüzde 70’i, 600.000 nüfusa sahip El Hudeyde’den ülkeye giriyor. 2 Ağustos’ta şehrin ana balık pazarı ve kamu hastanesi de saldırıya uğramıştı.

Yemen’deki savaşa hali hazırda uluslararası protestoların olmaması -veya yeni yeni bir yankı bulması- ve ABD ile İngiltere’nin Suudi Arabistan ve BAE’nin müttefikleri olarak bu savaşa katılması, Kaşıkçı’nın ortadan kaybolmasının gizemlerinden birini açıklamaya yardım ediyor. Suudiler Kaşıkçı’yı öldürdüyse, neden uluslararası bir kargaşa yaratmadan suikastı gerçekleştirmeyi bekliyorlardı? Muhtemelen açıklama, Suudi liderlerin Yemen’de daha kötü zulümlere maruz kaldıklarını düşünerek, İstanbul’daki Suudi Arabistan konsolosluğundaki tek bir adamın ölümü üzerine meydana gelen herhangi bir ses ile başa çıkabileceği bir şey olduğunu düşünülerek yapılmıştı.

*independent.co.uk sitesinden alınarak Yusuf Tuna Koç tarafından BirGün Pazar için çevrilmiştir.