“Ne olursa olsun bu ülkede hiçbir başbakan herhangi bir mahkeme karşısında hesap vermek zorunda kalmayacak. Hesap vereceği makam, ona makamı veren milletin kendisidir.”

“Ne olursa olsun bu ülkede hiçbir başbakan herhangi bir mahkeme karşısında hesap vermek zorunda kalmayacak. Hesap vereceği makam, ona makamı veren milletin kendisidir.”

Bu sözler taze Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun birkaç gün önce Konya Ticaret Odası Uluslararası Fuar Merkezi’nin resmi açılışında yaptığı konuşmadan alındı.

Görüleceği üzere bu ülkede Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Başbakan, bakanlar, vekiller herhangi bir mahkeme karşısında hesap vermeyeceklerini ilk ağızdan açık açık beyan ediyorlar.

Yolsuzluk yapan Bakanların ellerini kollarını sallayarak ortalıkta dolaşmaları, Soma’da katliama zemin hazırlayan Enerji Bakanı’nın ve yine her gün iş cinayetlerinde emekçiler ölürken pişkin pişkin koltuğunda oturan Çalışma Bakanı’nın yeni hükümette yine yer alıyor olmaları hesaptan kendilerini muaf kıldıklarını göstermekte.

Öte yandan gözlerini kırpmadan cinayet işleyen polislerin komik, göstermelik cezalarla kurtulmaları onların da hesap vermekten muaf oldukları anlamına geliyor.

Ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı, bakanları, vekilleri, jandarması, polisi hesap vermezken iş cinayetlerinde kitleler halinde işçileri katleden işadamları hesap verir mi? Onlar da kendilerini hesap vermekten muaf kılmış görünüyorlar.

Soma’da olduğu gibi en son Torun Center inşaatında yaşananlar karşısında Aziz Torun’un kendisinden başka herkesi suçlaması da bunun somut örneğidir. Aziz Torun’un bizlere hiç de yabancı gelmeyen; “Önlemlere rağmen kazaların olduğu da sektörel bir vaka” söylemi bu tür cinayetlerin bundan sonra da gerçekleşmesinin doğal ve kaçınılmaz olduğu dolayısıyla bunun böyle kabul edilmesi gerekliliği yollu bir algı oluşturma çabasıdır.

Torun Center cinayetlerinden sonra açıklamada bulunan Davutoğlu kendisinden öncekiler gibi yine ; “Bizim için şehit hükmündedirler” demesi artık bu işleri rutine bağladıklarını göstermekte.

Aslında Arapça kökenli şehadet sözcüğü “tanıklık” şehit de “tanık” anlamına gelmekte. AKP faşizminin kapitalizmin bekası adına emekçiyi yok sayan katliamlarına tanık olanlar gün geçtikçe artmakta ve elbette kendilerine göre bir hesap tutmaktadırlar.

Diğer yandan bazı muhalefet milletvekillerinin imzalanmayan ILO sözleşmelerine gönderme yapması da aslında pek bir anlam ifade etmemekte. Zira yaptığı hiçbir sözleşmeye uymayan, uymayacağını da zaman zaman dile getiren bir yapı var karşımızda. Örnekleri çok;

182 sayılı çocuk işçilere yönelik sözleşme,

105 sayılı zorla çalıştırmanın kaldırılması,

98 sayılı toplu sözleşme hakkı,

87 sayılı sendika özgürlüğü ve sendikalaşma hakkı gibi…

Birkaç tanesini saydığım Türkiye tarafından imzalanmış olan sözleşmelerin hangisi uygulanıyor ki bugün. Hiçbiri…

Öte yandan iş cinayetlerinden çok daha fazla can yakan ama aslı astarı bilinmeyen, üstü 1946’dan beri örtülmüş olan “Meslek Hastalıkları” var ki tam bir facia..

Her geçen yıl en az kırk bin civarında meslek hastalığı oluşuyor olması gerçeği ortada iken beyan edilen meslek hastası sayısı beş on gibi komik rakamlar çerçevesindedir. Bu üstü örtülen, görünmeyen/gösterilmeyen bir cinayetler serisi mutlaka bir şekilde kamuoyunun gündemine çekilmeli, cinayet tanıklarının tuttukları hesaba girmelidir. Girmelidir ki hesap vermeyeceğini beyan edenlere her gün; “bir gün mutlaka hesap verecekleri, bundan kaçışın olanaklı olmadığı” pusuladan satır satır okunsun ve okundukça kaşlar çatılsın, öfke büyüsün. İşte o zaman W. Shakespeare’in 25. sonesi hayat bulur:

“Çünkü kaş çatıldı mı her görkem yok olacak.”