AKP’nin referandum boyunca köpürttüğü anti-Batıcılık gibi, çıkmaz sokaklarında devreye soktuğu ABD karşıtı söylem ve fetihçilik üzerinden bir anti-emperyalizm tartışması yapmak dahi budalalılık olur!

Katar krizini nasıl okumamız gerekiyor?

Suud-Katar krizi ve sonrasında Katar’a asker gönderme kararı günlerdir tartışılıyor. Pek çok farklı çelişki noktasını içerisinde taşımakla birlikte, durum çok da karmaşık değil. Trump’ın Riyad gezisi ve Kılıç dansı sonrasındaki gelişmeler, ABD’nin bölgeye yönelik yeni hamlesinin bir parçası olarak iç cephe tahkimatı biçiminde okunabilir.

•••

Trump’ın Başkan seçilmesinin ardından en çok tartışılan konulardan birisi Ortadoğu politikasında köklü bir değişimin olup olmayacağı hususuydu. Bu konuda farklı görüşler de ileri sürüldü. Trump’ın Ortadoğu’dan ziyade Asya-Pasifik’e yöneleceği ya da izolasyonalist bir politika izleyeceğini ilişkin değerlendirmeler yapıldı. Bu tür değerlendirmeler ABD içindeki farklı eğilimlerin de bir ifadesi olarak görülebilir. Trump’ın, Riyad ziyareti sonrasında başlayan müdahaleleri bu konuda ABD’nin izleyeceği siyaseti ortaya koyuyor. Burada iki noktanın altını çizmek gerekir. Birincisi, ABD Ortadoğu’nun enerji kaynaklarını ve geçiş hatlarını kontrol etmek üzere –bölgeyi etnik ve mezhepsel temeldeki çatışmalarla parçalayarak- başlattığı, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)ekseninde –kimi zorunlu taktik farklılaşmalarla birlikte- ilerlemeye devam ediyor. Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’nin ardından, İran’ı kuşatmaya yönelik uzun süreli bir strateji halen geçerliliğini koruyor. Suriye’de Esad’ın Şam merkezli iktidar alanını koruması, BOP stratejisinde bir kırılma noktası olmakla birlikte, bu durum BOP’tan vaz geçilmesi ya da sona ermesi anlamına gelmiyor. ABD, Suriye’de şimdi Rakka’ya uzanan askeri müdahalesi –ve bu doğrultuda PYD-YPG’nin merkezinde olduğu ittifak çizgisiyle- Suriye’deki hegemonya alanını derinleştirmeye çalışıyor. Bununla birlikte İsrail ve Körfez ülkelerine uzanan geniş ittifak hattını da yeniden düzenleyerek, yeni hamlelere hazırlık yapıyor. ABD’nin iç cephesini tahkim etmeye yönelik adımında Katar krizine de neden olan ikinci nokta ise, radikal siyasal İslamla kurduğu ilişkiyi güncellemek. ABD, BOP’a bağlı olarak bölgeyi siyasal İslamcı –AKP modeli ve İhvan’ın belirleyiciliğinde- bir iktidar kuşağı ile kuşatmaya yönelik izlediği politika –iç dinamiklerin direnciyle- işlemez bir noktaya geldi. ABD’nin bu politikası ile ABD’nin Mısır-Suud merkezli oluşturduğu yeni güç merkezinin –İslam NATO’su ülkelerinin- İhvan’la çelişkileri malum. Katar, hem ABD’nin hedefindeki İran’la ilişkileri hem de İhvan’ın ve cihatçı kimi örgütlerin merkez üslerinden birisi olması itibariyle, Körfez Birliği’nin –şimdilik- dışında bırakılıyor. Katar’da bir Saray darbesi de gündeme getirebilecek şekilde yapılan kuşatma İhvan ve İran meselesinde bir politika değişimine zorlama olarak gerçekleşiyor.

•••

Katar’a yönelik ablukadan en çok etkilenen ülke kuşkusuz ki Türkiye. Katar’a yöneltilen suçlamalar aynı zamanda AKP politikaları ve ilişkilerine de yöneltilmiş olarak görülebilir. Bu bakımdan Katar ablukasının dolaylı olarak AKP’ye de yöneldiğini söylemek mümkün. AKP bu hamleyi Katar’a asker gönderme kararını vererek karşılık vermiş görünse de durum bu kadar basit değil. Ortaya çıkan tablo Körfez ülkeleriyle siyasi ve ekonomik bir bütünleşme içine giren AKP açısından oldukça çelişkili bir durum ortaya çıkarıyor. ABD ile Suriye’de PYD-YPG ittifakı bağlamındaki çelişki ile Körfez merkezli kriz, AKP’nin manevra alanını neredeyse kapatan bir sonuç ortaya çıkarıyor. AKP sonunda, bölgedeki iktidar kaynağı olan ilişki ve ittifaklarından kopartılıyor. Ilımlı İslamcılık hattındaki ilerleyişinin Arap isyanları sonrasında sona ermesinin ardından başlayan bu geçişin son noktası da Katar olacak görünüyor. Bu AKP’nin hangi adımı önceleyeceğinden bağımsız her şeyden önce çıkışsız bir tablo. İzlenen dış politika Türkiye’yi Ortadoğu’da ABD’nin açtığı karanlık çukurunun içerisine sürükledi. AKP’nin atacağı her adım Türkiye’yi bu çukurun içinde daha da dibe doğru götürmek dışında bir sonuç üretmeyecek. Bu noktada AKP›nin referandum boyunca köpürttüğü anti-Batıcılık gibi, çıkmaz sokaklarında devreye soktuğu ABD karşıtı söylem ve fetihçilik üzerinden bir anti-emperyalizm tartışması yapmak dahi budalalılık olur! Siyasal İslamın 50’lerde bugüne emperyalizme bağlı ve onun hizmetindeki gelişiminden AKP iktidarına uzanan süreç bu konuda başka bir tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık.

•••

Bütün bunlar olup biterken asıl üzerinde düşünülmesi gereken ise kuşkusuz muhalefetin izleyeceği politikalar olmalı. Her konuda olduğu gibi muhalefet hareketi içinde ABD’nin Ortadoğu politikaları karşısında da bir kafa karışıklığı içinde olduğu görülüyor. ABD’nin cephe tahkimatı ve buradan doğan çelişkiler karşısında solda bir yanıyla AKP’ye bir yanıyla da ABD’ye hayırhah tutumların –ve hatta ötesinde bu politikalara bağlı ittifakların- şekillendiğini görmek mümkün. ABD’nin eski ve yeni taktiklerinden doğan çelişkiler nedeniyle, AKP’yi ABD karşısında bir ‘milli güç’ olarak tanımlayan budalalıklarla tersten de ABD’nin politikalarına bağlı olarak Suriye’de izlenen siyaset ve ittifakların arkasına dizilen tutumlar ortaya çıkıyor. Bir tür emperyalizmin bölge cephesinin iç çelişkileri etrafındaki bu tutumlar, ABD’nin bölge politikalarına eklemlenmeye varıyor. Bunun en önemli sonucu ABD’nin etnik ve mezhepsel ayrışmayı derinleştirmeye dayalı müdahale dalgasının Türkiye içine taşınması olarak gerçekleşiyor. Sol politika ABD’nin bölge politikaları etrafındaki çelişkilerin ötesinde, bu politika ve onun ülkemizde yarattığı sonuçlara bütünlüklü olarak karşı çıkan tutarlı bir anti-emperyalizmi içermeksizin yürütülemez.

katar-krizini-nasil-okumamiz-gerekiyor-301239-1.

•••

En önemlisi bu karmaşayı aşacak, Türkiye’yi ve toplumu içine sürüklendiği bu krizden ve çözümsüzlükten çıkartacak güçlü bir seçenek ihtiyacıdır. Uzun zamandır AKP’nin yönetme krizinden söz ediyoruz ama bunun gerçek bir krize dönüşebilmesi asıl olarak muhalefet krizinin aşılması ile mümkün olabilecek. HAYIR Hareketi’nde de görüldüğü üzere toplumda büyük bir direnme potansiyeli ve değişim dinamiği mevcut. Ancak bu arayışa yanıt verebilecek bir siyasi-toplumsal seçenekten söz etmek bugün için mümkün değil. Bu bakımdan toplumsal HAYIR iradesi siyasal alanda temsilinden yoksun. Bu noktada Parlamento’daki 4 siyasi gücün dışında bir siyasal-toplumsal seçeneğin yaratılması Türkiye’nin en önemli ihtiyacıdır. Son olarak İngiltere’de Corbyn’in başarısında da görüldüğü üzere, sağa prim vermek yerine sıradan insanların sorunlarına sahip çıkabilen, emperyalizme karşı tutarlı bir karşı çıkışı temsil edebilen tutarlı bir sol çizginin, kitlelerin sağ popülizm eksenli faşist-ırkçı mecralardan çıkartılmasının, etnik-mezhepsel ayrışmaları aşabilen bir yeni toplumsal var oluşun da mümkün olduğunu gösteriyor. Önemli olan solun, toplumun bu değişim iradesiyle bütünleşecek bir akıl ve sorumluluk sahibi olarak harekete geçmesidir. Ülkenin kaderi artık AKP’nin politikalarından çok artık muhalefet krizini aşacak bir seçeneğin yaratılmasına sıkı sıkıya bağlıdır! Her adımımızda bunu aklımızdan çıkarmadan adım atmalıyız.