Ali İsmail Korkmaz Gezi eylemleri sırasında, Erdoğan’ın “gerektiğinde asker, alperen, kahraman, hâkim” ilan ettiği esnaf ve aldığı can, patlattığı kafa, çıkardığı gözlerle adeta “destan” yazdığını söylediği polis işbirliğince döve döve öldürüldü. Bol kepçe ortaya saçılan gaz bombalarından canını kurtarmak için sığındığı sokakta, sopa ve tekmelerle üzerine çullanan adamların altında çırpınışı, bir daha hiç silinmemek üzere hafızamıza kazındı. Ve önceki gün mahkemeden, vicdanları yaralayan, adaletsizliği derinleştiren bir karar çıktı. Katillere indirim, acıya bindirim yapıldı.

• • •

“Her mahkeme günü acımı bağrıma basıp o katillerle yüzleştim. Hak ettikleri cezayı alır umuduyla gittiğim her duruşmada oğlumun katilleriyle aynı havayı soludum. Tek istediğimiz adaletti” diyen anne Emel Korkmaz, “Oğlumun hayatının bedeli bu kadar mıydı? Bu kadar ucuz mu? Bu mu adaletiniz?” diye haykırırken, cevabını bildiğimiz bir soruyla yüreğimizi dağlıyordu. Evet buydu adaletleri. Evet, bu kadar ucuzdu hayatımız onların gözünde. Evet, bir sokak arasında koşarken, elde ekmek bakkaldan çıkarken, baskıya, zulme isyan ederken öldürülebilir ve hesabını katilimize değil, bize çıkarırlardı. Bunu böyle bilelim, ayağımızı denk alalım istiyorlar.

• • •

Ali İsmail’in davasını güvenlik gerekçesiyle, öldürüldüğü Eskişehir’den Kayseri’ye taşıdıklarında; bunun, devletin işlediği suçlarla ilgili olarak başvurulan en tipik gözden kaçırma yöntemi olduğunu bilenler için, sonu başından yazılmış bir dava süreci olacağı açıktı. Bununla birlikte doğusunda batısında, çocukların kafasından kalbinden kurşunun, sırtından belinden sopanın eksik edilmediği memlekette, başbakan düzeyinde destan yazdı diye övülen polis ve gerektiğinde polis yerine saldırabileceği söylenen esnafa sunulan dokunulmazlık zırhının, bağımlı yargımızca iyi değerlendirileceğine dair de bir kuşku yoktu.

• • •

Suçlulara açılan bu övgü kapısı etkisini, oğlu için adalet arayan ailenin, adliye çıkışında yüzüne sıkılan biber gazına dönüşerek gösterdi. Ve Berkin Elvan’ın elindeki ekmekten savaş baltası üreten Erdoğan’ın, anasını seçim meydanlarında halka yuhalatmasının karşılığı, bir türlü açılamayan davayla vücut buldu. Müzmin mağdur iktidar, saray merdivenlerinde resmettiği güçlü Türkiye ile tezat oluşturan, “bana her yer darbe, bana herkes darbeci” ağlamasıyla; Ali İsmail’i öldüren polisin savunmasına da dayanak oluşturdu. “Gezi, darbe girişimiydi” diyen polis Mevlüt Saldoğan, Ali İsmail’e attığı öldüren tekmelerinin arkasında durarak, en ufak bir üzüntü, pirinç tanesi kadar bir pişmanlık göstermeden, mahkemenin saygıdan saydığı takım elbisesinden dolayı ceza indirimi aldı.

• • •

Mahkeme cezayı “kastı aşan surette yaralama” suçundan kesti. Ali İsmail’in kafasına kafasına atılan tekmelerin öldürmek değil, yaralamak amaçlı olduğu kanaatine vardı. -Ama öldü efendim! Ben bilmem...- Devletin silahından çıkan kurşunda, devletin attığı tekmede, gazda cezasızlık var çünkü... Halka verilen mesaj bu. Senin ‘değersiz’ canın, devletten, iktidardan önemli mi? “Ali İsmail’i arkadaşları dövmüştür” diyen Eskişehir Valisi, kamera görüntülerinin ortaya çıkmasından sonra da sözlerinin arkasında durmuş ve “suçu devlete yüklemek istiyorlar” diye yakınmıştı. Öyle ya, emir komuta zincirinde, ölen çocuklarımızdan başka suçlanacak kimse yok!

Erdoğan’a hakaret etmenin, döve döve çocuk öldürmekten daha fazla cezayı hak ettiğini düşünen mahkemelerin terazisiyle alabileceğimiz fazla bir yol kalmadı. Adaletin sarmasına izin verilmeyen bunca açık yara, çok sürmez, hepimizi kan kaybından öldürür.