Katili merak etmeden de polisiye yazılabilir
Veysel PEKER
Özgür Eren Koç, 1985 doğumlu genç bir yazar, Dayısızlığa Övgü yazarın ikinci kitabı. İlk kitabı Binbir Feet Masalları’nı, Ömer Evren Kuzu olarak yayımlamış. Yaşamöyküsüne bakıldığında Türkiye’yi ‘deneyimlemiş’ olduğu görülüyor. Öyle ya ülkemiz bir deneyim cenneti, yaşamıyoruz, deneyimliyoruz; her zaman her anlamda. Özgür Eren Koç’un yazarlığı da burada ışıyor; hem herkesin hem de hiç kimsenin olmayan bir hikâyede bu topraklarda ne yaşanır, nasıl yaşanır oldukça başarılı bir biçimde ele alınıyor.
Dayısızlığa Övgü ilk elden bir polisiye olarak tanımlanabilir ama kitabın tümünü gerçekten karşılar mı bu ifade, tartışılabilir de. Çünkü hikâye akarken görüyor ve anlıyoruz ki ne suçlular, ne polisler memleketin bizatihi kendisi kadar polisiye değiller. Yazarın yakaladığı bu endişe verici hal, kahramanları kitap boyu sıradanlaştırıyor. Fakat bu sıradanlaştırma olumlu bir sıradanlaştırma, ülke insanının giderek bozulan algısı, dağılan bilgisi, yetersiz eylemi böylelikle toplumsal bir ruh halinin özneler üzerinde nasıl dalgalandığını izlememizi kolaylaştırıyor. Katile mi, polise mi, olaylara mı şaşırmalıyız? İşte modern olanın yıkıcı sorusu; şehirlilik halinin her daim açık ya da gizli paylaşılan gerçeği; bütün bunlar neden oluyor?
Bu noktadan ele alındığında Dayısızlığa Övgü, uzun zamandır memleket edebiyatında kendine açtığı alanı genişleten polisiyenin toplumsal okuma noktasında da etkili bir tür olduğunu ispatlıyor. Sonuçta ne suçlular ne de polisler içinde yaşadıkları toplumun gerçeklerinden uzak, tuhaf şeyler peşinde koşan, garip takıntıları olan insanlar değiller ama ısrarla türün genelinde böyle ele alınıyorlar. Obsesif kompulsif polisler, başka rahatsızlıklara sahip katiller vesaire; bu ilgi çekici gibi duruyor ama aslında hiç de ilgi çekici değil. Aklı başında birinin işlediği bir cinayet, işlenen cinayete ‘soruşturma’ dışı bir kimlik kazandırıyor çünkü; bu durum politik, tarihsel odakları ışıtmaya başlıyor.
DAYISIZLIĞA ÖVGÜ
Özgür Eren Koç
A7 Kitap, 2022
Yazarın günün gerçeğine kolaylıkla yaklaşmasını, günün gerçeğini hikâyesine eklemlemesini rahatlıkla yapmasını sağlayan da bu nokta aslında. Öyle şeyler yaşanan bir ülke var ki elimizin altında, tüm kimlikler alt üst, tüm kimlikler öyle ya da böyle kendi bütünlüklerini korumaktan aciz, herkes, her şey bir yerlerden birden gelebilecek bir suçlamanın ağırlığı altında var olmaya çalışıyor. Aslında Dayısızlığa Övgü’nün ilk satırından son satırına kadar merak ögesini alttan alta işleten ve diri tutan da bu tedirginlik, bu belirsizlik. Yazar topluma tamamıyla sinmiş bir değer yitimini, silikleşmeyi, insanların var olmak adına giriştikleri her eylemde ayrıntı yaratma çabalarını, bir bütün olarak insanlığın çöküşüyle buluşturuyor.
İnsan sürekli olarak bir fark baskısı altında; vahşiyse vahşiliğinin bir farkı olması lazım, çünkü artık herkes ve her şey hatta nesneler bile yeterince vahşi. Bu vahşilikler silsilesinden sıyrılmanın bir beceriye döndüğü noktada ise insan insanlığını kaybediyor. Elbette burada tartışma derin, insan hangi hallerde insan; bu, hikâyenin daha derinlemesine değinmektense, okura gösterip üzerine düşünmesini arzuladığı bir şey. Aslında bunu derinlemesine sorgulamanın da bir anlamı olmadığını biliyor ya da düşünüyor olmalı yazar; çünkü ilginç ki insan karşısına çıkan her hikâyede, dâhil olduğu her hikâyede, hikâyenin içeriği her ne olursa olsun kendini başrol kılmaya çalışıyor.
İşte tüm bu noktalardan ele alındığında, Dayısızlığa Övgü yakın zaman edebiyatımızın genel karakteristik özelliklerini kuşanmakla birlikte, kendine has bir sorgulama dili de yaratmayı başarıyor. Böylelikle eğlenceli, sürükleyici bir anlatım yakaladığı gibi, kuvvetli bir biçimde çözümlenmiş toplumsal gerçekler okura boğucu olmayan bir biçimde sunuluyor.
Sonuç olarak Dayısızlığa Övgü’yü, yakın zaman edebiyatımızın başarı örneklerinden biri olarak okumak mümkün. Üstelik yazıda altını ısrarla çizdiğimiz gibi toplumdan kopuk olmayan bir yol ile sağlanmış bu. Asıl önem de burada; somut toplumdan kopuk olaylar ve karakterler bir yerden sonra okur için olmazsa olmaz olan ‘gerçeklik’i hikâyeyi boğan bir şeye dönüştürüyor. Bu anlamda denge oldukça önemli, sonuçta etkiyi yaratan ne olay ne de olayın kahramanları; bir bütün olarak hepsi, bu ayrım oldukça önemli.
Severek okunacağından kuşku yok bu çalışmanın, elbette son söz okurun.