Yalnız topla tüfekle bıçakla gazla, copla kafasına vurularak öldürülmez insan. Umutsuzlukla da öldürülür...

Umut

Yalnız topla tüfekle bıçakla gazla, copla kafasına vurularak öldürülmez insan. Umutsuzlukla da öldürülür. Bu hayatta insan sayılmamanın adıdır umutsuzluk. Başkalarının hayatının figüranı olmaktır. Köşe sıkıştırılırız. Başkalarına ait hayatın içinde figüran olarak yer bulduğumuz da bile sevinecek hale getiriliriz. Oyunun sahiplerine ve başrolüne hizmet etmek tek şansımızdır hayatta kalmak için. İş buluruz. Sanki hayatımıza hükmedebilmenin yolu budur. Milyonlarca sönmüş umudun içinden sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen yırtma hikayeleri gözümüze sokulur durur çocukluğumuzdan beri. Bir sonrası için, daha iyi bir rol için, bu hayat sahnesinde şans varmış gibidir. Yoktur. Belki için için biliriz. Olmadı ilk adımı attığımızda anlarız. Acı bir tokatla kendimize geliriz. Ama yaşamak için bilmezden gelir devam ederiz o tatlı oyuna.

Cinayet

Figüran bile olamıyorsak ama? İşsizlik denen illet yapışmışsa boğazımıza. Parasızlıktan sokağa çıkamıyorsak. Senelerdir bizi okutan besleyen o fakir ama sonsuz kaynaktan, ana babamızdan, başımızı eğip haçlığımızı alıyorsak, mahçup ve otuzlu yaşlarımızda. Üstelik bir mesleğimiz de varsa en güzelinden. En cefakârından. Bir de ihtiyaç varsa bize ücra semtlerinde memleketin. Üstelik etkili ve yetkili ağızlar yüz elli binimizin ihtiyaç olduğundan ve elli bin kadarımızın atanacağından dem vuruyorsa. Bir umut KPSS diyorsak borç harç. 70 alıp ertesi sene daha çılgınca çalışıp 90 alıyor ve yine açıkta kalıyorsak. “Artık yoruldum ve canım çok acıyor. Deliyorum ve eminim benim durumumda olan binlerce öğretmen adayı var.Her yıl daha çok çalışıyorum öğretmen olayım ,atamam olsun diye ama; hep aynı durumla,umutsuzlukla,başbaşa kalıyorum” diyorsak. Atanamıyorsak, atanamıyorsak. Başlayamıyorsak sahibi olmadığımız bu hayata bile bir türlü. Kapı suratımıza çarpılıyorsa. İşte vekil öğretmenlik, işte sözleşmelilik, işte ücretli öğretmenlik deniliyorsa, ucuza getiriliyorsak. Kar yağmasın, okul tatil olmasın, paramız kesilmesin diye dua ediyor ve ayın yarısı kadar sigortalanıyorsa sefil hayatlarımız. Tüfeğe, füzeye, herona, predatora, ne bileyim sınır ötesi operasyon ve ziyaretlere, havai fişeklere, ne kadar fuzuli şeye para varsa da bize yoksa. Görüyorsak. İsyan ediyorsak. Kamu huzurunu bozmaktan yargılanıyorsak. “Hakkımı aramaya, eyleme” “üç saat uzaktaki Ankara’ya gidecek altmış lira param yok cebimde diyorsak.” İki yıldır işsiz geziyorsak, başvurmadığımız yer kalmamışsa, özel bir dershaneye gitmişsek, “üç yüz liraya çalış” demişlerse, sormuşsak “ben bunca yıl üç yüz lira için mi okudum” diye. Sonra ağır gelmişse her şey, bu hayat başkalarının olan, bu hayat figüran olduğumuz, bu hayat figüran bile olamadığımız, bu hayat yaşamaya değen. Sonra bırakmışsak kendimizi siyah bir boşluğa, hayat diye bize dayatılan bir boşlukta salınıp durmaktan bezmiş olduğumuzdan. Ama apartman boşluğu diye yazmışsa onu gazeteler. Adımız Cansu Ceyda Denker ise misal. Yirmi beş yaşında ve maktüle.

Katiller!

Sessiz ve sinsi bir cinayet değilse nedir bu. Katillerinin bakan başbakan sıfatları ile gezdiği. O katilleri "Burdan sözüm tüm genç öğretmen adaylarına siz merak etmeyin biz geldiğimizde üniversiteyi bitirdiğimde ne yapacağım, sınavı ya kazanamazsam korkun olmayacak çünkü sınav olmayacak..." diye nutuk atarken görmüş olabilirsiniz. Yahut “"özür dilerim", "haklısınız", "teşekkür ederim" gibi çok basit ama sonuçları bakımından etkili olan tutumların öğretmenler tarafından uygulamasını ve öğrencilere de kazandırılmasını” talep ederken. Hatta sınıfta demokrasi dersi verirken. Yemeyin. Umutlanmayın. Zira münasip bir yere tüy iliştirerek tavuk olunmaz. Ve ancak katillerimizden tüm umudumuzu kaybettiğimizde gerçekten özgür olabiliriz1.

1 Tyler Durden, Dövüş Kulübü