Kanatlar, uçmaya yarayan yaralardır. Katırlar da uçabilir. Yeter ki kanatlansınlar. Özgürlük, yaraların kanat çırpışıyla gelecek. Kasırga dediğimiz, bir kelebeğin kanat çırpması değil mi?

Duyum yüklü bir nesneyle çok sık karşılaşmayız. Sanatın formlarından bahsediyorum; öyküsünü bilmeseniz de böyle bir formla karşılaştığınızda tepeden tırnağa duyum kesilirsiniz. “Sanat yapıtı bir duyumlar kitlesidir” diyor Deleuze ve Guattari, ‘Felsefe Nedir?’de. Artist 2016, ‘Umulmadık Topraklar’da sergilenen, genç sanatçı Yılmaz Bulut’un katırı da sizi hemen yakalayan bir duyumlar kitlesidir. İnşaat telinden ördüğü katırın yuvarlak karnı sizi içine çekiveriyor hemen. Dünyanın yükünü sırtında taşıyan bu melez ve kısır yük hayvanının kaderini bilmeseniz de, sadece bir form olarak bu katırla karşılaştığınız an, içinde sakladığı duyumlara yakalanacaksınız. Ve yerde yatan bu katırın bir katır ölüsü olduğunu, Roboski’de katledilen katırlardan biri olabileceğini düşündüğünüzde formun size ilettiği duyum katmerlenerek sizi daha da derinlere çekecek ve artık kaçamayacaksınız. En yalın malzemeden, inşaatın yükünü taşıyan kara telden yapılmış, dünyanın yükünü sırtında taşıyan bir katır formuyla karşılaştığınızda ve bu katırın köylülerin sınır ticareti yaparken kullandıkları katırlardan biri olabileceğini düşündüğünüzde ilk aklınıza gelebilecek, sınırları aşan ve yük taşıyan bir bedendir. Artık bu hayvan sizi ele geçirecek ve bir hayvan-oluş yaşayacaksınız. Yerde yatan, sınırları aşmaya teşne ve dünyanın yükünü taşıyan sizin bedeninizdir çünkü. Bakışın sizi de yere serebileceğini hissedersiniz.

Perdenin ardı

Bakış yaralar. Keskin bakışlar, keskin nişancılar gibi en mahrem yerimizden, can evimizden yaralar bizi ve öldürebilir de. O yüzden örtülerin altında kurarız evimizi ve can evimizi, bakışlardan korunmak için. Pencereler, dünyaya açılan gözlerdir. Gözlere gündüzleri tül, geceleriyse kalın perdeler iner; mahremin korunaklı ortamında hayatlar kımıl kımıl devinirken sokağın yabancı gözleri içeri sızmasın diye. Tüller, mahremi ve mahremin gözünü görünmez kılacaktır. Kalın perdelerse kördür; kendi üzerlerine kapanmışlar; ne görür ne de görünürler. Perdeler, kem gözleri perdeler ve perdelerin altında hayatlar vardır.

katirlar-perdeler-yaralar-ve-kanatlar-219734-1.

Sevinç Altan, “Perde” sergisinde gündelik hayatın sıradan nesnelerini yeniden üretirken, perdeler bir duyumlar kitlesine dönüşmüşler. Deleuze ve Guattari, “sanat saklar ve dünya üzerinde kendini saklayan tek şeydir” diye yazmışlardır, tabi ki duyumlardır sakladıkları. Ve bir sanat yapıtı olarak perdeler sadece duyumları saklamaz, yaşamı da saklar. Çünkü savaş zamanı hayatta kalabiliyorsak, perdelerdendir; kötünün bakışı, gez-göz-arpacıktır artık; bakar, yaralar ve öldürür. Keskin nişancının delici bakışından, mermilerinden korunmak için sokaklara gerilen örtüler, çarşaflar, battaniyeler, yatak örtüleri, perdeler hayatın neşesine öykünerek çiçeklerle donatılmıştır. Her örtü, katmanlı hayatın bir arayüzeyi gibi ve örtülerin altında yaşam örüntüleri. Delik deşik edilen hayatların arayüzeyleri olarak perdeler, savaşlardan kalma izler taşır. Kem bakışların açtığı deliklerle delik deşik olmuş çiçek desenli perdelerin altındaki, en derindeki akış, yani yaşam yara almadan deli ve neşeli akışını ve direnişini sürdürür oysa.

Umudu ve yaşamı yaralardan tanırız

Ten de bir perdedir ve tende açılan yaralar, yeryüzünün ezilenlerini birbirine bağlar. Ve hayatta kalanlar yaralarından tanılayacaklardır birbirlerini. Fransız Devrimi sırasında örgütlenen terzi kalfaları kimlik kartı olarak birbirlerine yaralarını göstermişlerdi, iğnelerle delik deşik olmuş parmak uçlarını. Yaralananları, yaraları birbirine bağlar. Ve terziler, yaralarını birbirine ekleyerek yaşamın coşkusundan direniş dikerler kendilerine. Ve Sevinç Altan da yaralı perdeler diken bir terzidir. Umudu ve yaşamı, yaralardan tanırız. Altan’ın tül perdelerin hafifliğinde yarattığı kelebek lekeleri. Kelebek de yaralarından doğmuştur: Yumurta, tırtıl, pupa ve kelebek. Her form değiştirme bir yaralanmadır ve kelebek, yeniden doğar yarasından. Kanatlar, uçmaya yarayan yaralardır. Katırlar da uçabilir. Yeter ki kanatlansınlar. Özgürlük, yaraların kanat çırpışıyla gelecek. Kasırga dediğimiz, bir kelebeğin kanat çırpması değil mi?

Not: Sevinç Altan’ın ‘Perde’ sergisini, 10 Ocak 2017’ye kadar Faik Paşa Yokuşu, No.5, Çukurcuma, Beyoğlu adresindeki binada izleyebilirsiniz.