Geleceğin Türkiye siyasi tarihi yazılırken belki de “Bir devrin çöküşü, ya da tarihin tozlu sayfalarına böylece gömüldü” denebilecek bir kendi felaketinin altına imza koydu muktedir. 13 yıllık ikitidarının sonu belki de bu şekilde noktalanacak. Savaş açtı muktedir Kürde ve Kürdün siyasal müttefiklerine! “Yoksunuz” dedi, “sizi kabul etmiyorum” dedi. Ve ilk fitil Suruç’a giden Kobanê’de çocuklara oyuncak parkı kurmak isteğinde olan gençelere yönelik oldu. Gençlerin 33’ü hain bir tetikçinin bombası ile katledildi. Ve o gün bu gündür, yani son bir aydır ülke bir “kaos” ortamına sürüklendi.

Yasa koyucu muktedirin asgari “Burjuva Ahlak” kuralları çerçevesinde kurduğu “meşruiyet”in de darp edilmesi üzerine yeni bir düzen(sizlik) bina edildi. Ayakkabı kutuları ve kasalarla para çalanlar, kendi kurdukları nizamı-intizamı-hukuku da çaldılar.

Seçimlerde yüzde 90 ve üzeri oy tercihini HDP’den yana kullanan Varto, Gever, Silopi, Silvan, Licê gibi yerleşkeler Türkiye Kürdistanının Kobanileri oldu. Yakılıp yıkıldı, insanlar katledeildi.

Türkiye Kürdistanı bir yol ayrımında!

Halk, genel olarak mutedil bir olgunluk içinde. Gerilla veya polis asker ölümleri üzerinden cenazelerini defneden aileler “Yüksek sesle” dillendiriyorlar artık bu haksız ve kirli savaşın kimseye yararının olmayacağını. AKP ve HDP’ye oy verip tercihlerini kullananlar demeye getiriyorlar ki; “Biz, size savaşasınız diye değil Barışasınız diye oy verdik”.

Ama savaş sürüyor. Kürt cenahı savaşın bütün şiddeti içinde dahi Barış ve Müzakere söyleminde ısrar ediyor. Barış hâlâ mümkün diyor. Egemenin bütün yok sayıcı, terörize eden inkârcı diline rağmen…

Hani bir halk tabiriyle bir vur bin ah işit derler ya! Halkın kelamı aynen öyle! Ama hepsinin ortak derdi bir an evvel bu ateşe bir tas su dökülsün ve bu savaş bitsin barış olsun. Kürdün kazandığı hakkı teslim edilsin.

Demokratik Özerklik üzerinden belediyelerin seçilmiş belediye başkanlarını derdest edip siyasetçilere yönelmek tek kelimeyle Demokratik Siyasete savaş diliyle cevap vermek. Halkların Demokratik Partisi daha BDP olduğu günlerden beri hatta KCK tutuklamalarının yaşandığı 2009 ve öncesinden bu yana Demokratik Özerkliği sadece Kürtler için değil bütün Türkiye için bir “Siyasal Model” olarak sundu / sunuyor. Bunu muktedir de devlet de elbette kabul etmeyebilir. Ama bunun yolu siyasal tavır alışta gizlidir. Uygulayıcıları tutuklamakta değildir. Bu siyasetin dilinin devletçe “terörize” edilmesinin halidir.

Kürt siyaseti bir model sunuyor tıkanan Türkiye yönetsel yapısına! Tıpkı geçmişte yaptığı ve sunduğu “Eşbaşkanlık” gibi, tıpkı “Çok Dilli Belediyecilik” gibi.

Eşbaşkanlığı da sistem önce kabullenmedi, savunanları lanetledi. Ama bugün literatüre girdi. Ve kadınların yönetimde söz ve karar sahibi olmasının siyasal ve yönetsel aracı haline dönüştü.

Aynen Çok Dilli Belediyecilik gibi. Sur Beldiyesinin bu uygulaması belediye başkanı ve meclisi dâhil hapsedilmelerine ve feshedilemelerine sebep oldu. Ama yıllar içinde çok dilli belediyecilik meşru ve kurumsal bir yapıya dönüştü.

O halde Demokratik Özerk Yönetim Modelinin Türkiyenin hayrına olup olmayacağını kim bilebilir ki! Kürt istedi diye karşı çıkmanın mantığı ne!

Yaşananlar ciddi bir kopuşun ve korkunun nişanesi…

Ne yaparlarsa yapsınlar halkın gözünde meşruiyetini yitirmiş bir tek adamlık yitişe doğru gidiyor. Giderken de felaket yaratıyor…