Hiç kimse, bir devletin hukukuna ve ceza muhakemesi usulüne uygun olarak mahkûm edildiği ya da beraat ettiği bir suçtan dolayı, aynı devletin yargı yetkisi içindeki ceza yargılamaları kapsamında yeniden yargılanamaz veya cezalandırılamaz. Bir suçtan, bir kere yargılama olur; aynı suçtan ikinci kez yargılama olmaz; kural budur.

İngiltere’nin Norman Fatihi, 1066’da İngiliz kilisesini yerel ve feodal baskılardan kurtararak kilise otoritesini kralın elinde toplamaya soyundu. Bir yıl sonra Fatih William, yayınladığı kararnamesinde, Normandiya ve İngiltere’de kralın kilise hukuku üzerinde otoritesini tesis etmeye girişmiştir. Ne var ki, sekiz yıl sonra Papa VII. Gregorius da imparatorların ya da kralların değil kendisinin, papanın kilisenin başı olduğunu, psikoposları görevden alma yetkisinin -gerçekte imparatorları ve kralları azletme yetkisinin de- tek başına papada olduğunu söylemiştir (Harold J. Berman, Hukuk ve Devrim, s. 369, Pınhan Yayın).

1164’te krallığın kilise üzerindeki yetkilerini geri veren Clarendon Yasaları yayınlanmıştır. Clarendon yasaları, kilise makamlarına atamaya ilişkin tüm ihtilafların, kralın mahkemelerinde görülmesi; bir arazinin kiliseye ait olup olmadığına ilişkin meselelerde, kraliyet mahkemelerinin yargı yetkisinin üstün olduğu; din görevlilerin kraldan izin almadan krallığı terk edememeleri, başpiskoposluğun mahkemesinden kralın mahkemesine gidilmesine olanak tanınması, piskopos ve ruhbanların seçiminin kralın ruhbanlarının onayıyla kralın şapelinde yapılması vd. hüküm ve fermanları içermektedir.

Yasanın 3. maddesi nihayetinde en kötü bilineni haline gelmiştir. Cinayet, kundakçılık, soygun, tecavüz, müessir fiil vb. ağır filleri işleyen herhangi bir din görevlisi kralın mahkemesinden kilise mahkemesine gönderilecekti. Eğer zanlı kilise mahkemesinde mahkûm olursa, cezasının infazı için yeniden kralın mahkemesine gönderilirdi. Bunun anlamı, uygulamada idam edilmesi veya sakatlanmasıydı.

“Aynı suçtan ikinci kez yargılama yasağı”nın Clarendon Yasaları’nın bu maddesiyle ihlal edildiği ileri sürülmüştür. İddia edenler, “Tanrı aynı suçu iki defa cezalandırmaz” (ne bis in idem) demiştir. Bu ilke öylesine güçlüdür ki, kanon hukukçuları da, kilise mahkemelerinde ikinci kez yargılamanın önüne geçmek için bir emir olarak başvurmuştur.

12. yüzyıl İngiltere’sinden Amerikan, Fransız ve Bolşevik Devrimi’ne bu ilke anayasalarda yer almıştır. Amerikalılar, “common law”ın bu eski ilkesine “no double jeopardy” adını verdiler. İlke, beraat etmiş kişileri mahkûm ettirmeye yönelik girişimleri yasaklar ve kişiyi sürekli baskı ve güvensizlik içinde yaşamaktan alıkoyar.

Türkiye’de 21. yüzyılda Osman Kavala -Tanrı bile aynı suçu iki defa yargılamazken-, 18 Şubat’ta “Gezi’yi finanse etmek” ve “hükümeti devirmeye çalışmak” suçlarından İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıp beraat ettiği halde, 18 Aralık’ta aynı suçlardan bu defa İstanbul 36. Ağır Ceza Mahkemesi’ne çıkarılacak.

Kavala iddianamesi, her şeyden evvel 12. yüzyıldan kalma “ne bis in idem” ilkesi yönünden büyük bir skandal ve hukukla açıklanması olanaksız bir belgedir. Haftaya bu korkunç iddianamenin içeriğini ele alacağım.