Neden sorusunun basit ve anlaşılır yanıtı, her ikisinin de okulu kışla olarak görmesi ve kullanmasıydı.

Bu ikili; Gülen ve Erdoğan, din eğitiminin nerede yürütüleceği meselesi yüzünden kavgaya tutuştu.

Gülen, din adına başlattığı eğitim girişimini piyasada, sadece alıcısına satan biri olarak sürdürürken Erdoğan, elindeki siyasi güçle gerçek anlamda din eğitiminin kamu okullarında ve kamu adına yürütülmesinden yana. Gülen’in özel okullara verilen teşvikleri elinin tersiyle itip piyasadan çekilmeyi reddetmesi, Erdoğan’ın onu herhangi bir sermaye grubu gibi yatırım alanından itmesi kavganın savaşa dönüşmesine yol açtı.

Gülen, din eğitimini cami, Kuran kursu, medrese gibi geleneksel dini mekânlardan okula taşıdı. Devlet müfredatına uyma zorunluluğu ve devletin denetimine tabi olma, özel de olsa okul çatısı altındaki dini eğitiminin kaçınılmaz olarak (Selefilerin kabu edemeyeceği derecede) moderniteden etkilenmesine yol açtı. Hiç kuşkusuz ona bu imkanı sağlayan, eğitimi piyasanın faaliyet alanına açan neoliberal politikalardı.

Neoliberalizm, eğitimi yatırım alanına dönüştürüp yeni sermaye birikim alanına çevirirken okulların bilgi üretme ve kullanma kapasitesini sınırlama yoluna gitti. Bilginin kullanılmadığı yerde elbette din devreye girerdi; Gülen Hareketi ile neoliberalizmin yolları burada kesişti. Ve Gülen, sadece Türkiye’de değil Müslüman topluluklarının bulunduğu ülkelerde neoliberal eğitimin bu ihtiyacını karşılamaya aday oldu. Fakat kabul etmek gerekir ki piyasanın büyüklüğü, sağladığı rant kısa sürede bu hareketin dini ihmal etmesine yol açtı.

Recep Tayyip Erdoğan, başbakanı da olsa ilk zamanlarda devletin refleks gösterme olasılığı karşısında Cemaate verilen bu rolün ortağı oldu. Hatta Özal ve sonrasındaki her başbakan ve etkin politik aktörlerin aksine Cemaatin eğitim faaliyetine verdiği desteği resmi düzeye çekti. Elçiliklere gönderilen genelgeyle yurtdışındaki Gülen okullarının Türkiye Cumhuriyeti devletinin himayesinde olduğu taraf ülkelere resmen bildirildi.

Ancak Erdoğan, devletin denetim organlarını ele geçirdiğinde, belli bir gelir düzeyine hitap eden Cemaatin gizli müfredatının devlet okullarında açık müfredata dönüştürülebileceğini fark etti. Müfredat içeriklerinin dinselleşmesi, dini derslerin miğfer (temel) ders konumuna yükseltilmesi; imam hatip okullarının yaygınlaştırılması din adına özel alanda yapılan eğitimi hakikaten lüzumsuzlaştırmıştı.

Şöyle ya da böyle, şu veya bu, şurada veya burada, özel veya resmi fark etmez, İslamcıların kontrolündeki eğitim sistemi anlaşılıyor ki bol miktarda “vatan haini” üretiyor. Gülen’in özel okulları, özel dershaneleri, özel yurtları, özel Işık Evleri bunca “vatan haini” peydah etmişse aynı müfredatın daha açık ve katı uygulandığı resmi okulların, resmi yurtların, resmi dershanelerin vatan haini üretmesi kaçınılmazdır. Bunu görmek için bir yirmi yıl beklemek gerekmez. Müfredata bakmak yeter.

Vatan haini dediğiniz kişiyle en azından vatandaşlık bağınız var demektir. Aralarında kardeşiniz, oğlunuz, kızınız… Hiçbiri dışarıdan gelmedi; ne öğrendilerse sizin okullarınızda öğrendiler. Aynı ana-babadan olma, aynı evde büyüme Dişli kardeşlerden darbe girişimi başarısız olan “vatan haini” ilan ediliyor, başarılı olsaydı milletvekili olan vatan haini olacaktıysa kanları bozuk da diyemezsiniz. İkisi de gözaltına alınan ve gözaltına alınacaklar listesinde olanlar gibi lisansüstü eğitime sahip. Bu demektir ki aşağıdan yukarıya okullarınız “vatan haini” imal ediyor.

Öyleyse, okuldan kışlaya sıçrayan çatışma sokağa bulaşmadan yapmanız gereken müfredatınızı (okulda, sokakta, medyada, evde, işyerinde; velhasılı insan davranışını etkileme girişiminizin tümünü ) değiştirmektir. Hem de acilen, aksi halde vatansız kalacaksınız.