İnsan yıldızlardan yıldızlar insandan yaratılmıştır.

Buna rağmen ölümden korkmak insanın aklının ona en büyük oyunudur. Oysa ölüm denilen şey yalnızca aklın ölmesidir. Evrende akıldan başka hiçbir şey ölmez. Akıl ölür, ten dönüşür. İnsan yıldızlardan, yıldızlar insandan yaratılmıştır. Ölüm, aklımızla ve dilimizle verdiğimiz anlamların yok olmasından başka bir şey değildir. Verdiğimiz anlamlar yok olur. Kavramlar çürür. Ten dönüşür...

Ölümden mi korkuyor insan? Yıldızlara bakmalıdır o vakit. Durup dinlenmeden bakmalıdır. Orada kendi özünü görecektir. Ölümden mi korkuyor insan? Yıldızlar insandan, insanlar yıldızlardan yaratılmıştır. Hep bunu hatırlamalıdır.

Hume uyarmıştı modernizme ayak basmak üzere olan insanı: “Senin değerin okyanusun dibindeki istiridye kadardır”. Aslında bu değersizliğiydi insanı değerli kılan. Aslında kainat karşısındaki acizliğiydi ve onun her parçasına olan benzerliği, özdeşliğiydi insanın en değerli tarafı. Aklın hiç edilmesi, tenin cevherine ulaşmasıydı. O, yıldızlardan yıldızlar insandan yaratılmıştı. Ve hayat doğumdan önce ve ölümden sonra arasında yaşanan küçük hikâyelerden ibaretti hepsi bu.

Çocukluğumdan hatırladığım ender şeylerden birisi karşı apartmanla dokunma mesafesi uzakta olan balkonumuzda gece yarılarına kadar yıldızları seyredip, ne demek istediğini anlamadığım o ezgiyi defalarca baştan sona dinlemek ve saatlerce yıldızları seyretmekti: “Ekin idim oldum harman/Savursunlar yele beni” bu benim hikâyemdi, yıldızlardan devşirdiğim. Küçüktü ama benden bir insan yarattı. Eğrisi, doğrusu, yalanı, yanlışıyla; özü, cevheri, eksiği, fazlasıyla... Çünkü insan eksik ve fazladır aynı zamanda, aynı anda, aynı beden ve aynı akılda.

Büyüdükçe unutulan küçük hikâyeler, yerini yaşam ağrısına terk edip gidiverdi. Oysa insan yalnızca küçük hikâyeleriyle var olup yaşadığını anlayabilirdi. Bir aşkınız, bir işiniz, bir şehriniz, bir eviniz, bir arabanız olabilir ya da hiçbir şeyiniz olmayabilirdi. Ancak onlarla var ettiğiniz hikâyeleriniz yoksa ne onlar olmuştu ne de bir hayat yaşanmıştı. Büyüdükçe küçük hikâyeler büyük yıldızlar kadar uzaktı. Ve insan yıldızlardan ve o küçük hikâyelerden yaratılmıştı.

Bir gülüşe bütün insanlık sığar bazen. Bir sevmek bütün hikâyeyi değiştiriverir.

Ol demdir gözyaşının anlam bulduğu, serçenin uçtuğu, bir annenin çocuğunu sevdiği... Dünyanın bütün anlamının gidenin ardından dökülen su olduğu... Ol demdir büyüklerin de küçüklerin de ellerinden öpüldüğü... Yeni demlenen çayın buharında saklanan kâinatın görünür olduğu...

Bir gülüşe bütün insanlık sığar bazen. Bir sevmek bütün hikâyeyi değiştiriverir. Aşklar demlenir ol vakit; belki bir sevgi daha artar dünya; belki bir şefkat yeşerir bir yerlerde kim bilir; bir çocuk bir sırrını açar herkesler uyuduğunda Allah’a; bir su akar berrak mı berrak; düşman uyur öte yakasında dünyanın...

Ölümden mi korkuyor insan, o aklının ona büyük oyunudur. Çünkü kâinatta akıldan başka ölecek şey yoktur. Çünkü insan yıldızlardan, yıldızlar insandan yaratılmıştır.

Zaralı Halil’den bir taş plak sesi geliyor radyodan. Hem de umudu yok etmek için uğraşanların radyosunda, bir yol üstü lokantasında... Umut küçük bir hikâyedir. En çok kendi ölümünde yeşerir. Bir gün, beklemediğiniz anda, bir radyodan Zaralı Halil olup sızıverir. Günü değiştiren hikâye artık odur: “Bugün de günlerden cumadır cuma...”.

Siz, çocuk ile saka kuşunun hikâyesini biliyor musunuz? Hayır mı? Ben de bilmiyorum. Oysa mutlaka vardır ve bir yerlerde anlatılmayı bekliyordur. Ve o hikâye karşısında ölümün hiçbir hükmü yoktur. Çünkü insan küçük hikâyeler ve yıldızlardan yaratılmıştır.