Kavuşmakla baş etmek

CAN BİNALİ AYDIN

Senden ayrıldıktan sonra çok değiştim. Dişlerim çıktı. Duvara tutunarak ayağa kalktım, büyüdüm, sandalye kadar adamdım. Yürümeyi, emeklemek yolda bırakınca öğrendim. Topumu kesti nalbur camını indirdim. Mıknatısla hurda çivi topladım inşaatlardan, pazarda su sattım. Sesim abim oldu benden önce büyüdü. Ağaca daldım, köpeklerle koştum, dampere asıldım. Dernekle eyleme katıldım; elim kavuşmadı, duvardan atlayamadım. Gözlerim bağlandı -iki günden fazladır- aç, çıplak kaldım. Genç bir fotoğrafını gösterdiler Gülten Abla’nın, ismini vermedim. “Babasının oğlu a.k. çocuğu!’’ dedi, kabzayla kafama vuran. Yaramdan babama bir tünel açıldı. Ona benziyordum demek. Nerem benziyor memur bey, o da benim gibi esmer mi? Kısık mı gözleri, saçları kıvırcık mı? Ben gibi zayıf mı o da? Kafamdaki yaradan gül fışkırıyor. Gül, ana eli saçımda geziyor. Gül, boynumdan göğsüme iniyor. Gül, terli sırtıma havlu koyuyor. Gül temmuzda balkonda yatmaktı. Başıma açılan şuncacık oyuktan içimdeki babam kuyusuna ip salındı, ışık sızdı. Yaralının ilk şahidi yaradır; yara, hasretime şahit ol.

“İyi bak ulan,” dedi, başımdaki ayı, “Tanımıyor musun?” gözlerimi kısıp fotoğrafa tanımak ister gibi yaklaşınca aceleyle yüzüme bulaşan gülü sildiler. Tanıdım dedim tanıdım, Gülşen Bubikoğlu. Karaya vurmuş gemi kadar yumruk geldi ense köküme oturdu. Sağdan soldan gelen tokatlar gülle şakıyor. Sallabaş kuşum artık, boynum yanlara düşüyor. Küfür kıyamet gırla. Babasının oğlu desene lan ayı oğlu ayı! Babasının oğlu desene! Sendikacı Halis’in, devrimci Halis’in oğlu bu desene.

Sorguda bıyık ekledim yetme yüzüme, kısa kollu gömleklerinden giydim, hayal ettim, gururla gücendim. Babalar bıyıklıdır herhâl. Hiç görmediğim yüzünü tahmin ettim, karanlıkta tanıdım, peşinden gittim, kırık dişimden güç alıp ıslık bile çaldım ardına. Koşturarak veli toplantılarına yetişmeni son ana kadar bekledim. Beklentim, anamın cenazesine kadar sürdü. Taziyede en başta durdum. Büyükler; 1.62 boyunda, 46 kilo bana sabır diledi. Solumda anamın, babamın, amcamın boşluğu vardı. Solum uzadıkça uzuyordu. Soldaki sıfırları saymıyorduk değil mi? Sabır otobüste demirdi; iki elle tutundum, başımı yasladım, ayakta kaldım.
Sonra köpeğimi gömdüm, Erdal’ın yanına. Tuttuğunu koparamasa da kopanı tutan genç bir oğlandım artık.

Yanına, Cevizli’deki polyester fabrikasına işe soktu bir abi. O ölene dek çalıştım. Ciğerime toz yapıştı. Karnımda -bismillah- iki delikle 63 gün Süreyyapaşa’da kaldım. Düşmeyegör tuz bile vermiyorlar adama. Refakatçim yoktu, canım elma çekiyordu. Taburcu oldum. Öksürük, başını sevilmiş köpekti peşimde geziyordu. Fabrikalara yemek çıkartan bir tabldot firmasına bulaşıkçı girdim. Pilav kazanının dibi tutunca kazımaya içine giriyordum öyle büyüktü. Tastamam 44 gün çalıştım, önlükleri yıkadığımız çamaşırhanede yattım. 44 gün çalıştım, bunu kazımıştım aklıma çünkü metelik vermemişti namussuz patron. Rutubetten ciğerim gene su topladı. İkinci yarı başlamış, soluğu Süreyyapaşa’da almıştım. Kantine pek gitmediğimi gören doktorlardan biri durumu sordu, anlattım. Namussuz patron 44 günlüğümü -bir buçuk aylık eder- vermedi dedim ciğerim çalışsın diye ağzıma soktukları mavi toplu triflonun içine içine üfleyerek. Doktor ilerici hekimlere söylemiş durumu, onlar da ilerici işçilere, İşçiler de devrimcilere. Tok sesli civanmert abi 44 günlük yevmiyemi yastığımın altına koyduğunda başucuma tütün kolonyası, bir paket lokum bir de adres bırakmıştı. Uzatılan eli bırakmadım, aradan yıllar geçti.

1 Mayıs 96 Kadıköy’deyiz! Kök söktürüyoruz düşmana. Emek mancınığı şu eller, çilemizi kaldırım taşlarına sarıp atıyoruz. Çatılardan kiremitle kuşlama yapıyor yoldaşlar, bildiri olmuş yağıyoruz. Ateş açılıyor üzerimize üç arkadaşımız düşüyor oracıkta. İhtilciler açılan ateşi kesmek için tüp gaz kamyonunu kamulaştırıp caddenin başına dayadı. Kolay ölüm yok öleceksek katille birlikte öleceğiz. Ömer Abi ara sokaklara kaçan 30 kişiyi bara alıp kapıyı kilitliyor. Anahtarı pencereden içeri atıp arka cebinde unuttuğu adisyonla koşarak alana dönüyor, canım abim. Alandayım. Sadık dostum gül, hasreti telafi etmek isteyerek aniden kafamda beliriveriyor. Uzun zamandır karşılaşmadığı dostunun yüzünde el gezdiren bir ama gibi kafamda gülü arıyorum. Sonra güller arasından bir kadın beliriyor. Ardına yüzünü gizlediği tülbentini güle bastırıyor. Sonra dalgınlıkla unutup tülbenti gözlerini yakan tere siliyor. Bir çift kanlı gözün altında ince bir tülbent kesiğiyle tanıdığım siper yoldaşımla birdenbire kan kardeş oluyoruz. Kanımı yüzüne silen kadınla 13 yıldır evliyiz. Mahpusluğu düşersek, altı.

Şimdi kese kağıdına elli gram lokum, bir çift bağlı elle karşımdasın. Hiçbir şey olmamış gibi değil; sabırlı, gayet yedirerek, acı fren yapmış bir kamyonun yolda bıraktığı izler gibi yıllar kazınmış yüzüne. 34 yaşında basmış yokluğu üvey abi gibi elinden tutup yanında getirmiştin; öpüşün, barışın. Ne kalıyor hasreti karanfil gibi göğsüne takıp bunca zaman bekleyene: Kavuşmakla baş etmek.