'Artık kaybedecek çok şeyimiz var' (Önceki Dönem Belediye Başkanları İstişare ve Değerlendirme Toplantısı, AKP Gn. Bşk. Erdoğan, 6.7:22).

Seçime ilişkin bu korku, tıpkı “ne istediler de vermedik?“ itirafı gibi.

Oysa anayasal düzenin asgari gereklerinin geçerli olduğu bir devlette, en yetkili yöneticiler bile, hiç bir kişi, kurum, örgüt veya makama her istediğini veremez.

AKP-Cemaat kapışması (17-25 Aralık 2013) ardından gelen bu itirafın 2. yılında, seçimle işbaşına gelen yönetimin her istediğini vermiş olduğu cemaat, kanlı darbe girişimi ile bu kez Türkiye’yi istiyordu.

NE İSTEDİN DE ALAMADIN?

Bu girişimi‚ Allahın lütfu olarak niteleme ayrı bir tartışma konusu; ama, itirafta bulunan ve nitelemeyi yapan kişi, bundan böyle kendini devlet ile özdeş kılmaya başladı: Devletin kurumsal yapısı, toplum ve ülkesi ile.

Nasıl mı?

Egemenlik (kural koyma, uygulama ve yargılama) yetkilerini doğrudan veya dolaylı olarak kişiselleştirerek;

Toplumsal düzeni ve yaşam tarzını sürekli güdüleme ötesinde, iktisadi düzeni (NAS ne diyorsa söylemi ile) altüst ederek;

Ülkesel birikim ve varlıkları tahrip ve tasfiye ederek: Kamu işletmeleri ve fabrikaları, özelleştirme adı altında ranta çevrildi; kamu arazilerini de sürekli satışta. Yüzyıllık sağlık kuruluşları kapatıldı, tahrip edildi. Yandaş şirketler, ülkeyi delik-deşik etti. Millet bahçeleri adı altında doğal dengeler bozuldu. Atatürk Hava Limanı örneğinde olduğu gibi ulusal servet yok edildi; üstelik, millet bahçesi için hazineden harcama yapıldı.

YIKICI HALKALAR

Bu süreçte ortaya çıkan ve AKP-MHP dönemi ile özdeşleşen ‘yolsuzluk-yoksulluk-yasaklar‘ üçlü üç halka:

Yadsıma, yağma ve yıkım: kazanımlar; doğal, tarihsel ve kültürel değerler…

Kıyım, kırım ve kıtlık: tarım arazıleri, kıyılar, ormanlar; ülkesel ve toplumsal kıtlık.

Özgür(süz)lük, eşit (siz)lik ve adalet (siz)lik: laiklik ve yurttaşlık savunucuları.

Kendini, geniş anlamında (siyasal iktidar/ insan topluluğu/ ülke olarak) devlet ile özdeş kılan ve Türkiye’yi yıkıcı halkalar girdabına sokan kişinin, iktidarın eldeğiştirmesine feryadı, “ya hep ya hiç kurgusu“nun demokratik hukuk dervletine ne denli kapalı olduğunun da itirafı.

TOTALİTARİZM

Gerçekten, anayasacılığın olmazsa olmaz gereklerini silen 2017 Anayasa kurgusu, “seçimi kazanarak bütün güçleri elde etme ereği“ni öne çıkarmıştır; nitekim, uygulama ve sonuç öyle oldu.

Bu, totalitarist (toptancı) zihniyetin tezahürü, kişi+parti+devlet birleşmesi ile –miliyetçi, maneviyatçı, militer-para militer - piramidal bir yapı inşasıdır: Kışladan okula, camiden hastaneye, siyasal parti örgütlerinden adliyeye, her kurumu hukuk ve liyakattan arındırarak “emir-komuta zinciri“ne sokmak.

KAZANAN TÜRKİYE …

Bu nedenle, seçim yenilgisi ile belli bir zümrenin ‘çok şey kaybetme‘ korkusu, “Türkiye’nin kazanma umudu“ nu pekiştirici.

Türkiye Cumhuriyeti ve bir kişiyi, “her şeyi kaybetme ve kazanma“ ikileminden çıkarmak, parlamenter rejime dönüşe bağlı.

Bu dönüşün çerçevesi, anayasacılık ve demokratik hukuk devletidir:

Yargının bağımsız olduğu, yasama ve yürütme arasında karşılıjklı işbirliğinin bulunduğu bir erkler ayrılığı,

Hesap verebilir bir hükümet,

Kamu yönetiminde görev+yetki+sorumluluk,

Anayasal denge ve denetim düzenekleri.

Bunlar, insan hakları ve ülkenin bölünmez bütünlük güvenceleridir.

BÜTÜNLEŞİK İRADE

Bir zümrenin kaybetmesi, yüzyıllara yayılan tarihsel ve ulusal olanlar gibi başta Avrupa gelmek üzere uluslararası kazanımların da geri gelmesini sağlayacak. Örneğin, Trump, Merkel, Selman vb. yöneticilerin istekleri değil, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa Mahkemesi kararları bağlayıcı olacak.

Türkiye’nin kurtarılacak çok şeyi var: hukuku, kurumları, kuralları ve değerleri.

Bu nedenle anayasal düzene dönüş iradesi (CHP, HDP, İYİ P., SP, DP, DEVA P., Gelecek P., TİP vd.) daha güçlü ve bütünleşik olmalı.