Son bir hafta içinde biri biriyle hiç ilgisi yokmuş sanılan, oysa gerçekte çok iç içe iki çok önemli olgu yaşandı.

Siyasette, Birlikte Kazanacağız diyerek yola çıkan yeni bir ittifak, ülkenin geleceği açısından çok büyük bir açılım ve kazanım oldu.

Türkiye milli futbol takımının pazar günü yapılan maçta Faroe Adaları’nın futbol takımına 2-1 yenilmesi, nedenleriyle düşünülmesi gereken çok anlamlı bir kayıptı.


FAROE NİRE?

Faroe Adaları, Kuzey Atlantik Okyanusunda bulunan, Danimarka Krallığının bir parçası, ancak, özerk takımadalardır. 18 kayalık ve volkanik adadan oluşan Faroe’nin yüzölçümü, topu, topu 1.393 kilometre kare, nüfusu 2020 sayımına göre ortalama bir ilçe nüfusundan az; 48 865. Geçen pazar günü Faroe futbolda Türkiye’yi yendi.

Neden?

Çünkü, AKP -MHP iktidarı, çocukların ve gençlerin yaratıcı yeteneklerini özgürce geliştirmelerini gerçekleştirecek, sanatı ve sporu içeren bir eğitim düzeni oluşturmadı. Ülkenin futbol yönetimi de bu ülkenin çocuklarının ve gençlerinin futbol alanında gelişmesini içeren bütüncül ya da tüm ülkeyi kapsayan bir yapılanmadan çok uzaktır. Sonuç, Faroe’dir.

BİRLİKTE BAŞARACAĞIZ

24 Eylül Cumartesi günü, ülke, “Hep Birlikte Başaracağız” diyen yepyeni bir siyasal doğuma tanıklık etti.

22 Ağustosta yayımlanan “Ülkenin Geleceğine Sahip Çıkıyoruz” başlıklı kapsamlı özgürlükçü açıklamadan sonra yeni bir siyasal gelişme yaşandı. Abecesel sırasıyla Emekçi Hareket Partisi (EHP), Emek Partisi (EMEP), Halkların Demokratik Partisi (HDP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), “emek, özgürlük ve barış” için bir araya geldi ve bir ortak açıklama yayımladı; ülke siyaseti Emek ve Özgürlük İttifakını kazandı.

Yeni bir açılım sergileyen ortak açıklamanın değindiği diğer konular da çok önemli ve olumlu olmakla birlikte şu vurgusu, eğer etkili olabilirse ki olmalı, bu ülkenin demokrasi sorununun kilidini açacak özelliktedir:

“….tek adam sistemini ayakta tutan ve besleyen tüm kurum, mekanizma ve bağımlılık ilişkilerini değiştirmek öncelikli amaçlarımızdandır”

Türkiye siyaseti, karar alma süreçlerine katılımı vurgulayan bu kararlı tutumdan sonra kaçınılmaz olarak şu iki demokratik açılıma tanıklık edecektir.

Önce, şu gerçek görülmelidir; yalnız ülke değil, partiler de esas olarak tek kişi tarafından yönetiliyor.

Böylece yıllarca partilerine emek veren siyaset emekçilerinin, örgüt çalışanlarının hakkı yenir; siyasette yok edilirler; onların yerine bir yerlerden devşirmeler getirilir. Ana muhalefet partisi örneğinde yaşandığı gibi, genel başkan istediğini aday gösterir; istemediklerini aday yapmaz ve sıkı durun, bu yaptıklarının nedenlerini ne partililerine ne de seçmene ve ne de genel kamuoyuna açıklama gereği duyar.

Emek ve Özgürlük Bildirisi ve bunu izleyecek uygulama, ülke siyasetinin bir türlü iyileşmeyen ağır hastalığı olan genel başkan diktatörlüğü ilkelliğini de eninde sonunda sona erecektir.

İkincisi ve kısa dönemde çok daha önemlisi, muhalefetin cumhurbaşkanı adayı, eğer bir parti genel başkanı olacaksa, topluma, ülkeyi, “partisini yönettiği gibi yönetmeyeceğinin” güvencesini vermeli; daha doğrusu, bunu kanıtlamalıdır.

Seçime kalan kısa sürede böyle bir kanıtlama tamamıyla olanaksız olduğuna göre, özellikle Altılı Masa muhalefetinin güçlenmesi ve iktidar karşısında açık bir biçimde üstünlük sağlaması için, katılımcı bir aday saptama süreci izleyerek partisini diktatörce yönetmemiş özellikte ve “kazanacak” bir cumhurbaşkanı adayı göstermesi gerekli ve zorunludur.

Emek ve Özgürlük hareketi, Türkiye demokrasisinin, bir tek kişi düzeninden bir diğer tek kişi düzenine geçmeyecek kadar gelişmiş olduğunu kanıtlıyor ve umut veriyor. Bununla da kalmıyor, futbol dahil her alanda kazanmanın altyapısının kapısını aralıyor.

Kuşkusuz birlikte kazanacağız.