Her geçen gün yeni bir yolsuzluk ve usulsüzlük ile sarsılan iktidar, kadroları üzerindeki denetimi büyük ölçüde kaybetmiş durumda. Çürüme ve yozlaşma öylesine derin ki, devasa polis ve medya gücüne rağmen yeni skandalların ortaya çıkmasına engel olamıyorlar. “Çürük elmaları ayıklayacağız” diyen dahi yok; çünkü bütün bir sistem, temiz olanı içinde barındırmamak üzerine kurulmuş sanki. Enflasyon altında milyonlarca insan ezilirken, açlık kol gezerken iktidar mensuplarının bu gerçekle adeta dalga geçmesi, Saray kaynaklı vaatlerin ne denli geçersiz olduğunu gösteriyor. Buna rağmen iktidar, seçmene “6 ay daha bekleyin, bakın nasıl feraha çıkacaksınız” demeye devam ediyor. Bu bayat bir oyalama taktiğinden başka bir şey değil, zira eldeki göstergelerden hiçbiri somut bir iyileşme sinyali vermiyor.


SEÇMEN KAYBI

Halkın bunu görmesi için “uzman” olmasına gerek yok, nitekim AKP ve MHP seçmeninin partilerinden uzaklaşma eğilimi güç kazanıyor. Kamuoyu yoklamalarına göre MHP’deki seçmen kaybı AKP’den çok daha fazla. Daha önce AKP’den kaçan oylara talip olan MHP, şimdilerde bir seçenek olma özelliğini yitirdiği gibi, MHP seçmeninde de CHP ve İYİ Parti’ye kaymalar sürüyor. MHP’den uzaklaşan seçmen aynı zamanda Erdoğan’dan da desteğini çekiyor. Daha önceleri birden çok kez AKP’ye oy vermiş olanlar arasında Erdoğan’ın kişisel karizması eski gücünü kaybetmiş durumda. Bu kararsız seçmen havuzunun dolmasına neden oluyor. Tepetaklak gidiş, AKP ve MHP içindeki homurtuların artmasına neden oluyor. AKP’de Soylu gibi yıpranmış isimlerin MHP desteğiyle koltuğunda oturmaya devam etmesine itiraz edenler az değil. MHP’de ise hareketin parti dışındaki ağır topları, AKP-MHP bloku kaybederse Bahçeli devrinin kapanacağını öngörüyor ve yeni dönemi bekliyor.

Bu genel tablo, başta Soylu olmak üzere kimi AKP’lilerin ve MHP’lilerin muhalefete yönelik tutumlarında neden sürekli vites yükselttiğini anlatıyor. Meclis’te havada uçuşan yumruklar, sarf edilen küfürler, CHP’yi kapatma imaları, Mülkiye bahçesinde faşist grupların saldırısı vs. benzer bir sürecin farklı görünümlerinden ibaret. İktidar kaybettikçe hınçlanıyor, hınçlandıkça kontrolü yitiriyor.

Soylu, AKP ile MHP arasında “şahinler koalisyonunun şefi” olma ayrıcalığını muhafaza etmek için İBB gibi Millet İttifakı’nın kilit noktalarını hedef alıyor. Böylece hem Kılıçdaroğlu’nu hem de yeni dönemin temel aktörlerinden biri olması muhtemel olan İmamoğlu’nu köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Her gün farklı bir itham dile getiren İçişleri Bakanı, emrindeki binlerce güvenlik görevlisine rağmen Millet İttifakı’nın yönettiği belediyelere ve genel olarak muhalefet temsilcilerine dair dişe dokunur bir kanıtla harekete geçebilmiş değil.

MHP’de ise deyim yerindeyse onlarca Soylu var. MHP’li kimi siyasetçiler, rejimin sopası olma rolünü büyük bir hevesle üstlenmiş gibi görünüyorlar. Başlangıçta Akşener’e ve İYİ Partililere yönelik gözdağı ile yetinen MHP teşkilâtı son dönemde hedef büyütmüş vaziyette. CHP’li vekillerden gazetecilere, Türkeş’in ailesinden üniversitede “geçinemiyoruz” eylemi yapan öğrencilere kadar çok geniş bir kesim sözlü ya da fiili bir tehdit ile karşı karşıya. Bahçeli ise itidal çağrısı yapmak yerine “hoşgörü devri”nin bittiğini söylüyor, tansiyon günbegün yükseliyor. Durumdan hoşnutsuz olan kimi bürokratlar ve siyasetçiler bu olup biteni izlemekle yetiniyorlar. Çünkü öfkeyi kendi üstlerine çekmek istemiyorlar.

SOL ODAĞIN İNŞASI

Meclis muhalefetinin atılgan mensupları, iktidara laf yetiştirerek ve şaibeli isimleri kürsüde sıkıştırarak halkın duygularının tercümanı olduklarını düşünüyorlar. Bu çıkışlarının tamamen anlamsız olduğunu söylemek haddimiz değil; ancak Meclis düellolarındaki performansın ülkedeki faşizan iklimi dağıtmaya yetmediği aşikâr. Okulunda saldırıya uğrayan öğrencilere, kaçak tarikat yurdunda katledilen gence, barınma hakkını dillendirmesi yasaklananlara ve daha nicelerine sahip çıkacak, onlar üzerindeki baskıyı püskürtecek bir siyaset yapma tarzı geliştirmedikçe milyonların adil ve güvenli bir seçime inanmasını sağlamak da mümkün değil.

İşte bu yüzden Türkiye’de sol/sosyalist bir odağın inşası ertelenemez bir görev. Hakkı gasp edilenler özgüvenle meydanlarda hakkını arasın diye, daha fazla çocuk tarikat yurtlarında istismar edilmesin diye, ülkenin kaynakları üç-beş yandaşa peşkeş çekilmesin diye ve elbette faşizan yöntemlerle sindirilmek istenen halka güven veren kolektif bir özne büyüyebilsin diye…