Devletin zirvesi, kapalı devre bir sistem içinde yaşamını sürdürüyor. Enflasyondan işsizliğe, gıda ve konut sorununa kadar her meselede kendi ürettiği rakamlara kendi inanıp “Ülkeyi ne güzel yönetiyoruz” sanrısına kapılıyor. Öylesine bir büzüşme, iflah olmaz bir daralma yaşıyorlar ki etraflarında büyük bir gümbürtüyle olup bitenleri işitmeyecek, gündelik hayatın her alanına sirayet eden memnuniyetsizliği görmeyecek kadar toplumdan uzaklaştılar. Bu denli gerçeklik yitiminden muzdarip olan bir iktidarın 2023 hedefleriyle seçmeni ikna etmesi neredeyse imkânsız.


Saray etrafında biriken bir grup, Erdoğan’a pandeminin etkisinin azalmasıyla 2022’de ekonominin toparlanacağını, şimdi şikâyetçi olan iktidar seçmeninin bu toparlanmayla birlikte partisine ve liderine yeniden destek vereceğini müjdeliyor. Halbuki içinde yaşadığımız ekonomik darboğaz yalnızca pandeminin eseri değil. Pandemi, zar zor yol alan geminin su almasını hızlandırdı o kadar. Türkiye ekonomisi iktidarın tercihleri nedeniyle büyük yapısal problemlerle uğraşıyor ve pansumanla ayakta kalma dönemi çoktan geride kaldı. Bahçeli, seçim zamanında yapılacak dese de, bu gidişatın iktidar için hayra alâmet olmadığını biliyor. Ve muhtemelen Saray çevresindeki “müjde erbabına” Erdoğan kadar kulak vermiyor. Dolayısıyla 2022’de sandık hamlesinin yine Bahçeli’nin teşviki ile gündeme gelmesi olası.

***

Muhafazakâr seçmen miti, hem iktidar hem de Meclis’teki muhalefet için seçimin sihirli anahtarı işlevi görüyor. Yıllardır siyaseti, kimlikler arası bir itişme-çekişme ve sahte oydaşma çizgisine çekmeyi kendine vazife belleyenler yine en şık kostümleriyle sahnede. Onlara göre seçimde zafer isteyenler önce kaygılı muhafazakârları kazanmak zorunda. Çünkü diğerleri zaten amiyane tabirle “cepte.” Peki kim bu muhafazakârlar? Altın varaklı mobilyalarla döşenmiş, Saray özentisi evlerde yaşayan, lüks araçlarıyla ve harcamalarıyla şatafat müptelası olanlar mı? Yoksa o “çok muhafazakâr” patronların fabrikalarında, atölyelerinde her türlü hakkı gasp edilerek çalışmak zorunda kalanlar mı? Muhafazakârların “kazanımları” diyerek zihin bulandıranlar, iktidardan nemalanan azınlık ile onların sömürdüğü kitleyi aynı potaya koymamızı istiyor, siyaseti “yaşam tarzına” indirgiyor, böylece neoliberal İslamcı düzende ezilenin mücadelesini ve öfkesini perdeliyor. Onları kimlik siyasetinin nesnesi kılıyor.

AKP’den kopan partilerin “Muhafazakârlar rövanşizmden korkuyor” illüzyonuna sarılması siyaseten anlaşılabilir. Çünkü hesap sorma faslı başlarsa sıranın eninde sonunda kendilerine geleceğinden çekiniyorlar. Bugüne dek ortaya çıkmamış kimi gerçeklerin, hesap sorma esnasında aşikâr hale gelmesi onların siyasi iddialarının zayıflaması, belki de yok olması anlamına geliyor. Aynı illüzyona diğer muhalefet partilerinin kapılması ise seçim zaferi uğruna siyasetsizliğe pirim verilmesi, sağcılığa tavizin bir politik strateji olarak içselleştirilmesi sonucunu doğuruyor. Bu iktidarın en ağır müdahalelerine maruz kalmış olanları, eşitsizliği pekiştiren, sahte bir toplumsal barış adına yine çekimserliğe, seyirci konumuna mahkûm ediyor.

***

Bugünün Türkiye’sinde adalet ve özgürlük isteyen milyonlarca muhalifin kimsenin dini inancı ile sorunu yok. Ancak muhafazakârların kazanımları adı altında ahbap çavuş kapitalizminin derinleşmesine, İslamcı kadrolaşmaya, İktidar partisine mensup olmanın vatandaşlık haklarının önüne geçirilmesine, gündelik yaşamın İslamcı dayatmalar üzerinden dizayn edilmesine itirazı var. “Müslüman patron” diye yanında işe başlatılan çocuğun hakkını aradığında işittiği ümmet masalına itirazı var. “Muhafazakârlar” diye kaydolduğu sendikanın enflasyon oranı altında aldığı maaş zammı öneren iktidara evet demesine itirazı var. İmam hatip okuluna mahkûm edilip istediği üniversiteyi kazanamayan gencin itirazı var. “Muhafazakâr” diye koltuğu oturmuş liyakatsiz bürokratın yaptığı yanlış işlemden mağdur olan yurttaşın itirazı var… Kısacası, dindarlık ve muhafazakârlık adına cumhuriyetin birikimlerinin, emeğin hakkının, adaletin, ehliyetin ayaklar altına alınmasını sineye çekmek istemeyen yurttaşlar var.

Asıl kavga demokrasi ile otoriterlik arasında diyen meclis muhalefeti, milyonlarca insanın adalet talebine kayıtsız kalırsa bırakın demokrasiyi, sistem değişikliğini dahi tam manasıyla başaramaz. Laikliği, kamuculuğu, yurttaşlık haklarını savunmanın “kaygılı muhafazakâr mitine” kurban edilmesi halinde ortaya çıkacak tablo içi boş bir restorasyondur. Bu, toplumsal adalet ve eşitlik sorunu önündeki en büyük engelin İslamcı kuşatma olduğunu deneyimleyen geniş kitlenin arasında muhafazakârların da var olduğunu reddetmek anlamına gelmiyor. Aksine rövanşizm değil ama adil bir hesaplaşmaya onların da ihtiyacının olduğunu, çünkü gerçek hesaplaşmanın emeği ya da kimliği sömürülenlerini değil, bu rejimin oligarklarını hedef alacağını göstermekten geçiyor.