İlk karşılaşmamız 25 yıldan önceye dayanır. Aziz Nesin’in öncülüğünde başlayan Bilar derslerinde Mahmut Tali Öngören’ den sinema, İbrahim Demirel’den fotoğraf dersleri almaya başladıktan sonra, Demirel’ in Galeri Sanat Yapımı uğrak yerim olmuştu.

İbrahim ağbi, ders süresini yeterli bulmamış ve biz devam etmek isteyenlerle eğitimi ücretsiz olarak sürdürüyordu. Kayıhan hoca Sanat Yapım’ın ustasıydı. Gece yarılarına kadar şarap ve sanat üzerine bitmek bilmez tartışmalar, söyleşileri pür dikkat izler; gerçekliğin sanat üzerinden yansıması ne demek, diyalektik, sanatsal yaratıcılık, estetik bilinç, biçim öz ilişkisi, biçimi yeniden yorumlamak üzerine süre giden tartışmaları anlamaya çalışırdım. Bir gece bıkmadan yanıtladığı sorularımın arasında bir yandan da eskizler çizerken, sen çok meraklısın al sana bir eskizimi hediye ediyorum, dediğinde dünyalar benim olmuştu. Birkaç kalem darbesiyle yarattığı kadın figürü o zamandan beri hep gözümün önünde bir yerlerde asılıdır.

Ankara’ya geri döndükten sonra Sanat Yapım gecelerinde artık biraz daha cesaretle katılabiliyordum tartışmalara. Bir akşam, üretim ilişkilerindeki dönüşümle, resim ve mimarideki akımların değişimi arasındaki ilişkiyi geç vakitlere kadar anlattıktan sonra bu kez, Sanat Eğitimi adlı kitabının iç sayfasına yine bir çırpıda bir kadın çizip, “Bütün yaşamım diyalektik ölçütleri temel alırlar”la başlayan uzun bir ithaf yazmıştı.

Birkaç ay önceki son yüz yüze görüşmemizde, on yıla yakın süredir Sanat Yapım’da resim eğitimi alan, oradan bildiği kızım Sıla’nın Sorbonne başvurusu için referans mektubu yazacaktı. İlk akşam gittiğimizde bir mektup taslağı hazırdı ama Sıla’yla konuşmak, bir süredir Galeri’ye gelemediğinden son işlerini görmek istiyordu. Sonra Fransa, Avrupa kültürü, Anadolu ile evrenseli bütünleştirmek üzerine kendi Avrupa döneminden örneklerle uzun bir sohbete daldık. Sıla’nın, ‘perspektif meselesini tam çözemedim’, demesi üzerine ertesi haftaya randevu verdi. İkinci ve son buluşmamızda saatlerce Sıla ile perspektif çalıştı. Sonra ayrıntılı bir referans mektubu yazdı. Mektupta bunca yıllık dostluğun hiçbir izi yoktu. Tersine, tanıdığı Sıla için ne düşünmüş, hangi yargıya varmışsa sadece onları yazmıştı. Hayatını dürüstlük üzerine kurmuş, doğru bildiğinden hiçbir koşulda ödün vermemişti. O gece boyunca yorgun ve yaşlı bedenine nasıl direndiğine, öğretme, paylaşma tutkusunun aynı güçle onda sürdüğüne tanık olmak, bunca zamandır tanımama rağmen şaşırtmış ve imrendirmişti beni.

Kayıhan Keskinok’la ilgili kişisel deneyimimi yazmamın asıl nedeni onu tanıyan hemen herkesin benzer öyküleri olduğuna emin olmamdan. Keskinok’un hayatla ilişkisi benimle, Sıla’yla, Sanat Yapım’la ve başka insanlarla kurduğu ilişkiden farklı değildi. Kelimenin tam anlamıyla Cumhuriyet aydını ve sanatçısıydı. Cumhuriyet’e ve laikliğe tutkuyla bağlıydı. Cumhuriyet’in aydınlanma projesinin ürünü olarak görürdü kendisini.

Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanı ile ilgili yarattığı resimlerini Gezi sonrası Diriliş sergisiyle birleştirdiğinde doksanını doldurmuştu. Gezi onun için yeni ve yeniden bir Köroğlu destanıydı. Evrensel olanı yerelde yeniden yaratma becerisi, resim yeteneğini politik bilinciyle bütünleştirmesindendi.

Cumhuriyet’in öz evladıydı. Anadolu aydınlanmasının diktiği en görkemli çınarlardan biriydi. Yarın (Salı) öğleyin Kocatepe’den uğurlayacağız. Işıklar içinde yatsın.