Necmi Erdoğan BirGün sayfalarında “Kayıp Halk” başlığıyla uzun bir değerlendirme yaptı. Yılmaz Güney filmlerinden de yola çıkıp süreç içinde yaşanan değişimlere işaret eden çok anlamlı ve önemli bir ‘halk’ analizi okuduk.

Yine Yılmaz Güney sinemasına atıftan bulunan başka bir halk analizini de Ateş İlyas Başsoy yeni yayınlanan “Seveceksen Radikal Sev - CHP Neden Kazandı? AKP Neden Kaybetti?” (Ayrıntı Yay.) kitabında yapıyor. Kıyaslaması ise Yılmaz Güney’in ‘Umut’ filmindeki arabacı Cabbar ile ‘Bizimkiler’ dizisinin kapıcısı Cafer arasında (s. 79, 80):

•••

CABBAR

Atına araba çarpan arabacı Cabbar’ın umudunda değil, kininde kendimizi buluruz. Sinema salonundaki insanlar Cabbar yankesiciyi döverken koltuktan kalkar. O yumruklar yankesiciye değil “mayolu kadınlarla havuzda yüzen” ağalara gidiyordur. Umut’u izlediğiniz sinema salonundan umutla değil, öfkeyle çıkarsınız.

Arabesk müzik babadan, hocadan, onbaşıdan ve patrondan dayak yiyen adamın duasıdır, dua ama beddua… Arabeski yenilginin kutsanması, adaletin ilaha havale edilmesi olarak yorumlayanlar yanıldı; arabesk bir kin kovanıdır.

İnsanları köyünden edip, kente yığmak, kentin çevrelerindeki cılız evlerde kin tohumları ekmek demek.

Bu kin, halis muhlis sınıf kini. Yetmişlerde Cabbar’lar birleşip bir devrim yapabilirdi. Amerika ve “oğulları” bu devrimi engellendi. Cabbar’ı öldürdüler, umudu boğdular.

Solcu olmasın da dindar olsunlar, diye tarikatların önü açıldı. Dindar olmadılar, kindar oldular. Zaten kin içindeydiler, kinlerini tarikat odalarında anımsadılar. At arabalarını kurtarmak, gecekondularına tapu almak ve sonra da kondunun üstüne kat çıkmak istiyorlardı. Buna engel olan herkese kızgındılar.

Konducular birleştiler ve bir belediye başkanı seçtiler. Yeni başkan, konducuların kat çıkmasına izin verdi. Gecekondularının üzerine yığma tuğlayla ikinci katı çıktıklarında tuhaf bir şey oldu. Kapı çalındı. Kravatlı, gözlüklü, zayıfça bir adam utana sıkıla bir şey sordu konducuya:

“Üst katınız kiralık mı?”

Hikâye böyle başladı.

CAFER

Yılmaz Güney’in yoksul arabacı tiplemesi, Tarık Akan ve Kadir İnanır’ın birçok filminde de yakalanmaya çalıştı. Hiçbiri Yılmaz Güney’in Cabbar’ı kadar başarılı olamadı; Akan ve İnanır ne yapsalar kentli geçmişlerini ele veriyorlardı, Güney’in görüntüsü ise canlandırdığı karakterin ta kendisi gibiydi. Güney, sevdiği kızı bulmak için gittiği diskoda tüm zengin çocuklarını döverken, onu izleyen birinci nesil göçmenler hayatın anlamını bulmuş gibi mutlu oluyorlardı.

Yılmaz Güney’in filmlerini, Aziz Nesin’in öykülerinden fırlayan bir başka karakterin filmleri takip etti. Kahraman yine kente gelmiş bir köylüydü ama bu köylü tüm cahilliğine rağmen zenginleri alt ediyordu: Döverek değil kandırarak. Hanzo, Şaban, Zübük gibi isimleri olan bu karakterleri canlandırmak Kemal Sunal’a düştü. Konuyu en iyi anlatan rolü Zeki Ökten’in “Kapıcılar Kralı” filminde canlandırdı. Köyden kente gelip kapıcı olan Kapıcı Seyit, zengin apartmandaki herkesin yüzüne gülüp, arkalarından iş çevirerek yolunu buluyordu. Bu filmi sunumlarda derslerde anlatırken kapıcının adını sorduğumda çoğunluğun “Kapıcı Cafer” dediğine tanık oldum. “Kapıcılar Kralı”ndan çok sonra yayınlanan Bizimkiler dizisinde Ercan Yazgan’ın canlandırdığı karakter kolektif bilinçaltına Kapıcılar Kralı’nın da adı olarak yerleşmişti.

Sonuçta Türkiye’nin yakın tarihini bu iki karakter belirledi: Cabbar ve Cafer…

Bir yanıyla Cabbar gibi bıçkın, öfkeli; bir yanıyla Cafer gibi işini bilen, üçkâğıtçı… Bu iki tip yeni siyasetçi imgesinde birleşti. Tarzları farklı olsa da, alt etmek istedikleri düşmanları aynıydı: “Şımarık oğulları diskoda dans eden, kızları bikiniyle havuza giren ve kentin tümü nimetlerini yiyen aşağılık zenginler.”

•••

Peki, Cabbar aslında hayaletler dünyasında mı kaldı? Cevabını Necmi Erdoğan versin:

“Yine de egemenler kendilerini rahat hissedemiyorlar zira halkın hayaletinin geri dönüp konaklarının huzur ve nizamını sarsmasının pekâlâ mümkün olduğunu biliyorlar.”