Yürüttükleri savaşa kirli diyenler, yaptıklarını vatanı ya da toplumsal düzeni koruma gibi “soylu” bir amaca bağlayanların bizzat kendileri. Yani bu bir küfür değil

Kayıp evlat peşinde

“İnsan kaybetmek” bir Kirli Savaş yöntemi. Bu savaşı yürütenler hedeflediklerini öldürdükten sonra sanki onlar hiç yaşamamışçasına tüm izlerini silerek, ‘hedefin’ yakınlarına yaşatılabilecek en büyük acıyı yaşatıyorlar bu yöntemle. Annelerin, babaların ziyaret edecekleri bir evlat mezarına bile sahip olmayışları ne kadar korkunçtur.

Kirli Savaş, egemenin toplumsal düzeni koruma adına, yıkıcı, bölücü olduğunu iddia ettiği kişilere karşı uyguladığı her türlü kuraldan uzak bir savaş türü. İşkence, tecavüz, yargısız infaz, nihayet kaybetme bu savaşta uygulanan yöntemlerden başlıcaları.

Peki bu alçakça yöntemlerle yapılan savaşa ‘kirli’ adını kim vermiş olabilir? Akla hemen insan hakları savunucuları, sosyalistler, savaşın bile bir ahlakı olacağına inananlar geliyor haliyle. Oysa öyle değil, bu savaşa Kirli diyenler, yaptıklarını vatanı ya da toplumsal düzeni koruma gibi “soylu” bir amaca bağlayanların bizzat kendileri. Yani, yaptıkları alçaklığı baştan kabullendikleri anlamına geliyor bu adlandırma.

Bu uğursuz kavramı yürürlüğe sokan Arjantin cuntacıları, kendi rejimlerine Sivil Diktatörlük (dictatura civico-militar de Argentina) demekten de çekinmeyip, 1974’den 1983’e kadar binlerce Arjantinli komünisti, demokratı, solcu Peronisti sağcı ölüm mangalarına, devlet içinde örgütlü antikomünist ölüm timlerine katlettirdi.

Başkanlığını faşist General Jorge Videla’nın yaptığı askeri cunta yönetimi ele aldıktan sadece beş gün sonra Yeniden Ulusal Yapılandırma (Proceso de Reorganización Nacional) sürecini başlatarak sendikaları yasakladı, belediye yönetimlerine askerleri atadı, sansür uygulamalarına başladı. Bu sürece Guerra Sucia (Kirli Savaş) adını veren de cuntadır. Cürmü kabul ettikten sonra sonuçlarını kabul etmek zor değil. Arjantin cuntası, benzeri tüm cuntalar gibi “vatan müdaafası”nda gerekirse gayrinizami yöntemlerin kullanılabileceğini hiç çekinmeden duyurdu dünyaya.

Ülkede bir iç savaş vardı, öyle diyorlardı, dolayısıyla her şey mübahtı. Muhalifleri ortadan kaldırdılar, toplumu susturdular. Cuntanın işbaşında olduğu dönemde 10,000 ila 30,000 kişinin öldürüldüğü tahmin ediliyor. Kayıpların sayısı da binlerle ifade ediliyor.

En acısı da bu. Kaybedilenler, eş, anne, baba, kardeş ve evlat. Yıllardır kayıplarının peşinde olanlar Perşembe günleri başkent Buenos Aires’te Başkanlık Sarayı’nın önünde toplanıyorlar. Plaza de Mayo Anneleri olarak bilinen grup (içinde sadece anneler yok ama çoğunluğu onlar oluşturuyor) bugüne kadar yaptıkları araştırmalarda (aileleriyle birlikte ortadan kaybolan ya da ailelerinin tutulduğu toplama kamplarında dünyaya gelen) 172 çocuğun kayıtlarına ulaşabildiler. Kayıp evlatlarından bu şekilde doğmuş 500 torunu var Plaza de Mayo Anneleri’nin. Bunlardan 102 torunu bulabildiler. Biri çok çarpıcıdır, Rosa Roisinblit adlı bir anne kayıp çocuğunun çocuğunu bulabildi 2000 yılında. Bir Hava Kuvvetleri mensubuna sahte belgelerle evlatlık olarak verilmiş bir torun olan Rodolfo Fernando, bulunan ilk bebektir.

Roisinblit'in kızı 25 yaşındaki Patricia Julia Roisinblit de Perez 6 Ekim 1978'd kocası José Martínas Pérez Rojo ile birlikte kaçırılmıştı.

kayip-evlat-pesinde-503462-1.
Meksika’da kaybolan 43 öğrencinin ardından günlerce eylem düzenlenmişti.


Plaza de Mayo Anneleri iki gruptur
Kayıp çocuklarını arayan Plaza de Mayo Anneleri, 1986’dan beri iki grup olarfak faaliyet gösteriyor. Biri kayıpların izini bulunmasını ve sorumlularının yargılanmasına odaklanmış durumda. Diğeri ise çocuklarının artık aranması ya da bulunması ile ilgilenmiyor, çünkü bulunmayacaklarından eminler. Cunta sonrası hükümetlerin vermeyi önerdiği tazminatları da kabul etmeyen bu grup sadece “kayıplar” olgusunu unutturulmamasını istiyor.

Öğrenci: Adi suçludan da tehlikeli
Arjantin’den sonra en çok insan kaybedilen ülke Meksika. Burada devletin işi kolay. Devletin karanlık örgütlerince kaçırıldığı bilinenler için bile “çete savaşlarına kurban gittiler” diyebilme şansına sahip hükümetler bu ülkede. Oysa kaybedilenlerin çoğuna bakıldığında muhalifler, solcular, demokratlar çıkıyor karşımıza.

Meksika’da “kaybetmeler” hiç durmadı. Özellikle geçen yıl kayıplarda neredeyse rekor kırılan bir yıl oldu. Üç örnek çarpıcıdır; Javier Salomón Aceves Gastélum (25), Marco Francisco García Ávalos (20), ve Jesús Daniel Díaz García (20) medya eğitimi gören aynı zamanda belgesel yapımcısı üç gençti. Geçen yıl 19 Mart'ta, ödevlerinin bir parçası olarak film çekmeye gittikleri Jalisco eyaletinden döndükten sonra kendilerini polis olarak tanıtan kişilerce kaçırıldılar. Hala bulunabilmiş değiller. İddialara göre öldürülüp, bedenleri asitle eritildi. Bir mezarları bile yok. Asitle yakma herhangi bir DNA araştırmasını sonuçsuz kılacak bir beden yok etme yöntemi olduğu için kayıpların öldürüldükten sonra asitle yakılmaları çok yaygın Meksika’da.

Bir süre sonra öğrencilerin ölümünden sorumlu olduğu iddiasıyla Christian Omar Palma Gutierrez adlı bir Youtuber tutuklandı. Hükümete göre öğrenciler “bir uyuşturucu karteli”nin mensubuydular ve kartellerarası çatışmada öldürülmüşlerdi. Gerçeğin bu olmadığını herkes biliyor oysa. Marco’nun babası Ramón García, 29 Nisan’da Meksika’daki bir gazeteyle yaptığı bir röportajda oğlunun söz konusu çetelerle ilgisi olmayan idealist ama muhalif bir öğrenci olduğunu açıkladı.

Binlerce Meksikalı, Jalisco'nun valisi Aristóteles Sandoval'ı istifaya çağırdılar. Ülkenin önde gelen sanatçıları çağrılara destek verdi. Aralarında Oscar Ödüllü ünlü yönetmen Guillermo del Toro da vardı. Ama hükümet iddiasını savunmaktan vazgeçmedi. Sadece Jalisco eyaletinde, yüzde 30’u 16 ile 28 yaş arasında olmak üzere 5,392 kişi ortadan kayboldu. Çoğunun eyaletin çeşitli kentlerinde demokratik hak arama mücadelesi veren kişiler olduğu söyleniyor.

Meksika'da şu anda 30.000'den fazla kayıp kişi var. Yine de kesin rakam verilmesi zor. Çünkü hükümet düzenli kayıt tutmuyor kayıplar konusunda. Bu da işin içinde hükümetlerin olduğunun bir kanıtı.

Bu kayıplar Meksika'nın eski Devlet Başkanı Felipe Calderón’un 2006 yılında başlattığı “uyuşturucuyla savaş” politikasının sonucu. Bu savaş gerekçesiyle binlerce muhalif ya öldürüldü ya da kayboldu. Calderon’un uyuşturucuyla sözümona savaşı da başarılı olmadı. Bu politikanın başlangıcından sonraki 12 yıl boyunca ülkenin uyuşturucu üretimi artmaya devam etti. Bu süreçte 200 binden fazla Meksikalı öldürüldü. Çoğunun uyuşturucuyla ya da ticaretiyle ilgisinin olmadığı düşünülüyor.

Şu 43 öğrenci
Polisin doğrudan doğruya işin içinde olduğu en trajik insan kaybetme olayı 26 Nisan 2014'te gerçekleştirildi. Ayotzinapa Öğretmen Koleji'nden 43 öğrenciiden bazılarının cesetleri götürüldükleri bir çöplükte yakılmış olarak bulundu. Bu 43 öğrenci yıllar önce işlenen toplu kıyımda öldürülen öğrencilerin ölüm yıldönümleri için düzenlenen anma toplantısına gidiyorlardı.

Arjantin’de ya da Meksika’da ya da dünyanın başka coğrafyalarında Kirli Savaş budur işte. Hiçbir ahlakı, uzun yıllara dayanan anlaşmalar sonucu üzerinde uzlaşılmış bir savaş esiri hukuku olmayan aşağılık bir savaştır bu. Demokratik olsun olmasın her ülkede görülür bu.

Yeter ki “vatan savunuluyor” densin.