1979-80 eğitim-öğretim yılı yarıyıl tatili aralıksız 52 gün sürdü. Oysa eğitim öğretim takvimine göre yarıyıl tatil takvimi 28 Ocak-8 Şubat olarak belirlenmişti. Fakat o öğretim yılı, yarıyıl tatili 11 Ocak’ta başladı ve 3 Mart’ta bitti. 12 Kasım 1979’da MSP ve MHP’nin dışarıdan desteği ile Süleyman Demirel’in kurduğu azınlık hükümeti (3. MC) ülkeyle birlikte okulları da yönetemiyordu. Asıl amaç, politik mücadelenin merkezine oturan lise, yüksekokul ve üniversitelerdeki gençlik muhalefetini dağıtmak olmakla birlikte, okullar kar-kış bahanesiyle aylarca kapalı tutuldu. Ağır hava koşulları bahaneydi, fakat Milli Eğitim Bakanlığının okulların yakıt ihtiyacını karşılayamadığı da bir gerçekti. Okul ve öğrenci gereksinimlerinin karşılanmaması boykota varan protestoların gerekçesi oluyordu. “70 sente muhtaç” durumdaki hükümet, okulları kapalı tutarak bir yandan masraf saydığı eğitim giderlerinden kurtuluyor öte yandan iktidarını öğrenci eylemlerinden koruyordu.

Bugün Erdoğan’ın iktidarını sakınacağı öğrenci örgütlenmesi ve eylemlerinden söz edemesek de devlet garantili müteahhitlerine aktarmak için 70 sentten vazgeçmediği bir dönemde olduğumuzu söyleyebiliriz. İktidar, toplum yararına her harcamayı masraf sayıyor. Özellikle hiç açmadığı üniversitelerden büyük tasarruf elde ettiğini söyleyebiliriz. Eğitimi o nedenle tatile çıkarıyor. İktidarın okulları kapalı tutmasının başka bir nedeni olamaz. Öğretmen aşılarının savsaklanmasının da okulların açılmasında ısrar edilmemesiyle ilişkili olduğunu anlamak lazım.

İktidarın okulları masraftan kurtulmak için kapalı tuttuğunu çok önce (01 Ocak 2021) yazmıştım: Tıp ki 1980’de olduğu gibi “Elektrik, su, ısınma, iletişim, donanım (araç-gereç, materyal, bakım-onarım), taşerondan alınan hizmetler; öğretmen istihdamı ve ders ücretlerinden” tasarruf edildi. Ailelerin eğitim harcamasının düştüğünü de belirtmek lazım. Okulların açılmayacağına bütçe yapılırken karar verilmiş olduğunu anlıyoruz: AKP iktidarları döneminde MEB’in bütçesi önceki yıllara göre artış gösterirken 2020’de yüzde 16,2 olan payı 2021 bütçesinde yüzde 15,7’ye düşürüldü.

Okulların kapatılarak eğitimin iptal edilmesi, çocuklarda ve gençlerde sosyal beceri gelişimini sekteye uğratacak. Bizi kaygılandıran tarafı bu… İş insanları iş becerisi kaybından söz ediyor; genel olarak piyasa tüketim alışkanlıklarının değişmesinden ve öğrenci müşterilerini kaybetmiş olmaktan kaygılı. Kamu harcamasını müsriflik saydığı için iktidar herhangi bir kaygı taşımıyor.

Burada durup bir dakika düşündüm, hangimizin kaygısı daha büyük ve önemli; iş dünyasının mı, bizim mi? Kendi öğrencilik yıllarımı anımsadığımda, okulların kapalı kaldığı sürenin, bizim sosyal beceri gelişiminin olumsuz etkilediği kaygımızı yatıştıracak tarafları olduğunu gördüm: Ortaöğretimimi üç farklı bölgede ve üç farklı okul türünde tamamladım. Lise son sınıfın ikinci döneminde (1976-77 öğretim yılı) sadece iki ders (Saat olarak, sadece iki ders!) alabildim. Birçok bilgi ve beceriden mahrum kaldığım tahmin edilebilir fakat sonraki yıllarda işime yarayan sosyal becerilerimi okula devamımı engelleyen nedenlerden edindiğimi, bu yönümü çok sevdiğimi ve kendimi kayıp kuşağın bireylerinden biri olarak görmediğimi söyleyebilirim. Ben tek örnek değilim; 1974-1980 yılları arasında hiçbir ortaöğretim ve yükseköğretim öğrencisi istikrarlı bir eğitim öğretim dönemi geçirmedi. Ancak bu sürecin, o dönemin öğrencilerinin kendilerini ve yaşadıkları toplumu anlamalarına, kültürel ve siyasi yönlerinin gelişimine müthiş katkısı oldu.

Demirel’in “Kırk günde salatalık yetişmiyor bunlar öğretmen yetiştirdi!” diyerek eleştirdiği, kendisinin de bir aylık kursla kırk bin kişiye öğretmen diploması verdiği dönemin mezunları başarılı bir öğretmenlik dönemi geçirdiler. Aksayan eğitimleri birtakım teorik bilgilerden yoksun kalmalarına neden oldu fakat kısa sürede öğretmenliğin bütün inceliklerini kavradılar. Çünkü eğitim sistemine rağmen edindikleri ve okuldan uzaklaştırılmalarına yol açan politik bilinçleri, öğretmeni olacakları toplumu tanıyıp onlara saygı duymalarını gerektiriyordu. 12 Eylül’ün ve sonraki kırk yılda her iktidarın beyinlerden kazımaya çalışıp fakat başaramadığı hala yaşayan bilinç…

Çocukların ve gençlerin bu denli uzun süre okuldan/eğitimden uzak kalmaları iyi olmadı. Ama bu sürecin her şeye rağmen onlara okulda öğrenemeyecekleri ve hayatlarında kullanabilecekleri beceriler kazandırdığını tahmin edebiliyorum: Mesela yaşadığımız süreç bu kuşağa, toplum sağlığını umursamayan iktidar ve devleti önceliği toplum olan bir yapıyla değiştirmek gerektiğini, dayanışmanın önemini, yaşamının bir başkasının yaşamıyla ne denli bağlantılı olduğunu; ayrımcılığı, bilimin gücünü fark etmek gibi ileride alacağı politik tavrı belirleyecek bilgi ve beceri kazandırmış olmalı. O nedenle bu iki yılı, her ne kadar 1980 öncesinin öğrenciliği ile karşılaştırmanın güçlüğünü kabul etsem de hepten kaybedilmiş olarak görme eğiliminde değilim.