Bu haftaki yazım, dünyaca ünlü illüstratör ve hikâyeci Shaun Tan’ın yazdığı, İthaki Çocuk tarafından yayımlanan “Kayıp Şey” adlı kitabın uyandırdığı çağrışımlar eşliğinde şekillendi. Yazıldığı dönemin endüstriyel sancılarını ironik bir anlatıya dönüştüren yazarın zamansız eserlere imza attığını söyleyebiliriz. Kitap, bilgi ve materyal kirliliğinin yaşandığı günümüzde de “hatırladıklarımız azaldığında” devreye giren kayıp olanı bulma ve anlatma gayretimize dikkat çekiyor. İhtiyaçların ötesinde üretim yapılırken ve sistem bunları olmazsa olmazmış gibi bizlere pazarlarken, hayatlarımız, bulunduğu yere ait olmadığını düşündüğümüz, adını koyamadığımız, yerini bilemediğimiz, izini süremediğimiz şeylerle dolu.

Bir o kadar da elde ettiğimiz halde sahiplenemediğimiz, bir başkasına emanet edemediğimiz, adanamadığımız, yabancısı olduğumuz nesneler ve kavramlarla kuşatılmış durumdayız. Kalabalığımız ölçüsünde kayıp şeyleri fark etmekten uzağız. Bizler zamanla yarıştıkça anlarımız kayıp. Dinlemeyi unuttukça sözcükler kayıp. Güncellenen sürümlerin rüzgarında sabrımız kayıp. Kopyalar çağında özgünlük kayıp. Kendisine yabancıyken başkasına aşina olanlar her yerde onu arıyor. Hakikat nerede? Hakikat kayıp! Hız maskesi takmış ataletimizle bir de bakmışız ki koca bir yaşam kayıp. Bizleri kayıp şeylerin farkındalığına ve evrensel aidiyete davet eden iki öykü kitabından bahsetmek istiyorum bugün.

kayip-seyler-937383-1.
ÇALÇENE’DEN ÖYKÜLER
Roberto Piumini
Resimleyen: Sophie Fatus
Çeviren: Bahar Ulukan
Editör: Tuğçe Özdeniz
Can Yayınları, 2021

ÇALÇENE’DEN ÖYKÜLER, öğretmenlik, pedagogluk ve oyunculuk da yapmış olan İtalyan yazar Piumini’nin 27 öyküden oluşan kitabı. Kitaba adını veren ilk öykü “yazıların elle yazıldığı zamanlarda, hüzünlü öyküler kaleme alan bir yazar”ın yaratım sancısını anlatıyor. Eğlenceli öykülere ihtiyacı olduğunu söyleyen bir editörden gelen telefon ile yazarın nisan çayırına dönen coşkulu yazma serüvenine ortak oluyoruz. Çalçene adındaki yazar ne oluyor da haykırarak yumruğunu masaya vuruyor? Yaralanan sağ eli hikâyesini bitirmesine engel olacak mı? Yazma eylemini bir aşçının hassas terazisine oturtan yazar, gerçeği masalsı sembollerle anlatıyor. Kitaptaki öyküleri okurken çamaşır hırsızının peşine düşebilir, bitki cüceleriyle karşılaşabilirsiniz. Desenlerin tadını çıkarmayı seven sanatsever Üveyik’in zorba Güvercin’e karşı devreye soktuğu aklı yorumlayabilirsiniz. Düğmesiz adamın, üstüne düğme dikip ardından ilikler açan ve durmamacasına düğümler atan kadınla arasındaki ilişkide kendi özgürlüğünüzü sorgulayabilirsiniz. Toprağın tembel bir köylüye yazdığı mektubu okuyabilir, hayalini kurduğunuz ziyafetlerin tadına varabilmemiz için nasıl bir özveride bulunmamız gerektiğini kavrayabilirsiniz. Tanrı Akamba ile tanrı Bakupo’nun zıtlaşması sonucu insanlığa armağan edilen lezzetin hangisi olduğunu tahmin edebilir misiniz? Guguklu saatin içinde filizlenen aşk zamanın akışına uyumlanır mı, ne dersiniz? Kitap sayesinde cennet hurmasının, masadan aşağı atlamaya hazırlanan mutsuz limona sunduğu teklifi ve gölgeler kanununun maddelerini öğrenebilirsiniz. Ulises’in, Doğrucu Prens’in, inatçı Boldo ve Bildo’nun baskı makinelerini gülümseten öykülerini çocuğunuz ile birlikte okuyarak hayal gücünü paslardan koruyabilirsiniz.

kayip-seyler-937384-1.
KIRLANGIÇ ZAMANI
Yazan: Ahmet Büke
Resimleyen: Mert Tugen
Editör: Mehmet Erkut
Can Yayınları, 2021

KIRLANGIÇ ZAMANI, doğup büyüdüğü Ege’yi, günümüzün toplumsal, ekonomik, sosyal devinimlerini, göçü, emeği, geçim kavgalarını ve çocukluk yaralarını ustalıkla anlatan Ahmet Büke’nin 10 kısa öyküden oluşan kitabı. Çalçene’den Öyküler’de olduğu gibi, Kırlangıç Zamanı da yazarın kendi yaşamından izler taşıyan “Aslında Nasıl Yazar Oldum?” adlı öyküyle başlıyor. Bu kez masal aleminde değil gerçekliğin ortasında buluyoruz kendimizi. Yazar kitabını Orhan Kemal’e ve bir fırtınada başına isabet eden sac ile yaşamını yitiren mevsimlik tarım işçisi küçük Berivan’a ithaf etmiş. Orhan Kemal öykülerini daha önce okuyanlar bu ithafı anlamlı bulacaktır. Kitapta Berivan’ın acı öyküsü, ‘bu son olsun’ dercesine güçlü bir farkındalık ve sevgi ile umuda kapı aralayan inceliklerle kaleme alınmış. Yaz tatilinde mahallenin delisi nasıl oluyor da bir çocuğu kütüphane ve kitaplarla buluşturuyor? İlk tohumu bir pırtlama ile ekilen okuma sevgisinin okurda yarattığı tebessüm ile başlıyor kitap. “Kırlangıçlar Durmadan Uçuyor” adlı öyküde “yeni vardiya kömüre giderken” bir madenci çocuğu babasını gözlüyor. Bir başka öyküde küçük kız babasının mis gibi kokan göğsüne yaslanıyor. Yeni gelecek öğretmenini bekleyen köy okulunda kara eşek Halime öğretmen kürsüsüne bağlanıyor. Sevinç hüznün koluna giriyor. Köyünün zeytinlerini geride bırakarak bir eksikle yeni yaşamına hazırlanan çocuk, zeytinin çiçeğine inanır gibi savaşların biteceğine inanıyor. “Çırak Savaşları” öyküsünde göçmen işçilerin dramı okura taşınıyor. İşçi kızların mırıldandığı şarkılar eşliğinde atölyedeki gerilim hafifliyor. Öykülerde yoksulluğun paylaşıldığı sokaklar, yabancıları insanlık paydasında kucaklayanlar, kurtuluşunu sineğin yaşamını kurtarmış oluşuna bağlayan masum bakışlar yer alıyor. Kalbi kırılan bir kadının azim ve emeğini, kırk yıllık denizcinin özründeki samimiyeti, beşi bir yerde aldıran kalamarları, vedaları, dededen toruna kalan mirası, üç şeftali çekirdeğinde filizlenen yaşamı okuyorsunuz. Biri giderken diğerini getiren hayatta insanlar yurtlarından, sevdiklerinden, kendi yaşamlarından koparılıyor. Tarım işçisi ailesiyle birlikte şehir değiştiren Sidem’in çok özlediği öğretmenine yazdığı mektubu okurken yutkunuyorsunuz. Kitabı, hikâyelerle büyüyen çocukların, sahip oldukları şeyleri dünyayı daha adil bir yere dönüştürmek için değerlendireceklerine, paylaşımcı, anlayışlı, olgun ruha bürüneceklerine inanarak okudum ve okuttum.

Emile Zola, ‘Nasıl Ölünür?’ adlı kitabında toplumun ve ekonomik koşulların ölümü ne ölçüde şekillendirebileceğini anlatır. Okuru ‘Ölüm herkesi eşitler mi?’ sorusuyla baş başa bırakır. Aristokrat, burjuva, esnaf, köylü ve işçi ailelerinin yaşamları arasında gezinip soruyu ‘Nasıl Okunur?’ şeklinde değiştirecek olsak kayıp duyguların, kayıp varsıllığın, kayıp hayatların içinden kor hikâyeler fışkırır. Neredeysek o yere, verilen mücadelenin bam teline dokunan öyküler, “tabutların üstünde bile insanların dövüşebildiği” dünyada kendisiyle ya da dışındakilerle kavgaya tutuşmuşları ayırabilecek en ideal arabulucular olabilir. Okumak, zaafı ve iradeyi tartmak, acıyı, sevinci, zaferi ve yenilgiyi tatmaktır. Okumak biraz da duymadan işitmek, bakmadan görmek, ölmeden önce bilinçle yaşamaktır.

Bugün 29 Ekim. Cumhuriyetimizin 98’inci yılı kutlu, umutlu olsun. Cumhuriyetin bizlere kazandırdığı hak ve özgürlükleri ileriye taşımak ve hiçbir koşulda kaybetmemek dileğiyle… İyilikle kalın, öyküsüz kalmayın.