Son dönemde TV dizilerinde psikoterapiye yer verilmesi, kişisel gelişim endüstrisindeki yükseliş, toplumsal simgelerin kaybıyla ilişkili bir durum. İnsanları bir arada tutan toplumsal simgelerin kaybı, tek tek bireylerin nasıl davranacağı ya da nasıl hissedeceğiyle ilgili bir karmaşaya neden oluyor. Eğer bir toplumda değerler ve simgelerle ilgili bir tereddüt yoksa, bireyler kendilerine yönelen tehditlerle daha rahat yüzleşebilir, çözüm üretebilir. Ama bir tereddüt ve karmaşa varsa, boşluğa düşmek kaçınılmaz, çünkü ayaklarının altındaki değerler ve simgelerden oluşan zemin kaybolmuştur. Franco Bifo Berardi de, Rollo May de, daha pek çok düşünür de, günümüzde yaşanan anksiyete ve depresyon sorununun temelini, bu zemini yitirişimizle ilişkilendiriyor.

ÖZ-İLİŞKİSELLİK

Bu sorunun aşılması, öncelikle siyasi bir mesele. Ama günümüz siyasetinde değerler ve simgeler öylesine bulanıklaşmış durumda ki... Örneğin bir mafya üyesi bile kendisini vatansever olarak görebiliyor. Tek parti diktasını destekleyen biri en özgürlükçü geçinebiliyor. Bir gün kuvvetle savunduğu bir görüşü, başka bir gün kolayca reddedip tersi bir görüşü aynı kuvvetle destekleyebiliyor. Değerlerin erozyonuna dair, askeri darbelerden neoliberal politikalara pek çok şey sıralanabilir, ama insanın öz-ilişkiselliği çoğu zaman gözardı edilebiliyor. Öz-ilişkisellik, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik; geçmişi bugüne getirip olup biten hakkında neden-sonuç ilişkisi kurabilme yeteneği. Geçmişi anlamadan geleceği şekillendiremeyiz. Anksiyeteye karşı zayıflığın en önemli nedenlerinden biri, öz-ilişkisellik yeteneğini kullanamamak. Öz-ilişkisellik, ancak başkalarıyla var olabilen bir yetenek. Başkalarının gözünden kendimizi göremediğimizde, kendimizi başkalarının yerine koyarak empati yapamayız. Toplumsal ve etik değerler, ancak bu öz-ilişkisellik deneyimleriyle oluşur ve bu deneyimlere yol gösterir.

DEPRESİF RUH HALİ

Julia Kristeva, ‚Kara Güneş‘te, depresif ruh halinin olumsuz olsa da narsisistik bir destek olarak oluştuğunu yazmıştı. Bu sayede birey, sözel olmasa da bir bütünlük içinde hissediyordu. Depresif ruh hali, simgeselin geçersizleşmesini ya da değersizleşmesini telafi anlamına geliyor, kişiyi intihardan koruyordu. Ama tabii ki bu kırılgan bir korumaydı. Kırılganlık, simgeselin anlamının yok olmasıyla ilişkiliydi, yaşamak için bir neden bulamamak... Bugün, depresif ruh hali içinde olan kişi sayısında ciddi bir artış var. Eğer simgeseldeki bu kayıp telafi edilemezse toplumsal bir çözülmeyle karşı karşıya kalınabilir.

Franco Bifo Berardi de, Kristeva gibi, depresif ruh halinin hakikate en yakın ruh hali olduğunu ileri sürüyor ‚Gelecekten Sonra‘ kitabında: „Depresyon normalde kolektif anlatıyı olumlayan sürekli döngü sayesinde kendimizden sakladığımız şeyi görmemizi sağlar. Depresyon kamusal söylemin sakladığını görür. Depresyon mutlak hakikat olan boşluğa erişmek için en iyi koşuldur. Ama aynı zamanda depresyon eyleme, iletişime girme ve paylaşma yetisini felç eder. İşte antidepresanların etki ettiği, tam da fiziksel olarak ikincil, pragmatik olarak belirleyici olan bu ketlenme halidir.“

ÖZNELLİK

Berardi‘ye göre, son yirmi otuz yılda dijitalleşmenin bir sonucu olarak giderek artan miktarda sinirsel uyarana maruz kaldık. Sinirsel bir uyarana tepki verebilmek için gereken zaman gittikçe kısaldığı için istesek de empati yapamaz, öz-ilişkiselliğimizi kullanamaz hale geldik. Berardi‘ye göre, bu yıkım geri döndürülemez bir noktaya geldi. Dijitalleşme, yapay zekâyla birlikte daha da hız kazanmış durumda ve toplumsal çerçeve dağılmayla karşı karşıya. Bu noktada, Guattari‘yi işaret ederek, onun son kitabı ‚Kaozmos‘taki şu sözünü alıntılıyor: „Bin yılımızın sonunu karanlıkta bırakan sislerin ve pis havanın içinde, öznellik sorunu ana motif olarak geri dönüyor. Su ve hava gibi öznellik de doğal olarak verili bir şey değildir. Onu nasıl üretiriz, nasıl ele geçiririz, nasıl zenginleştiririz ve onu mutant değer evrenleriyle uyumlu hale getirecek şekilde sürekli olarak nasıl yeniden icat edebiliriz? Onun özgürleşmesi için, yani yeniden tekilleşmesi için nasıl çalışabiliriz?“ Bu soruların yanıtlarını düşünmeye devam...