“Annemin Şarkısı”yla yönetmen Erol Mintaş sinemamıza çok iyi bir giriş yaptı. Kara kargalar gibi uzun bir kariyeri olmasını diliyorum

Kayıplar ve kayıp şarkılar

‘Babamın Sesi’, ‘Sesime Gel’, ‘Ana Dilim Nerede?’ ve şimdi de ‘Annemin Şarkısı’... Sese odaklı bu filmlere, ses kayıt eden bir kadının Kürt coğrafyasındaki arayışını anlatan ‘Gelecek Uzun Sürer’i de ekleyebiliriz. Kürt sineması ya da Kürt sorununu bir şekilde ele alan sinema denilince aklımıza “ses” gelecek bundan böyle. Ses neden öne çıkıyor? Annemin Şarkısı’nın yönetmeni Erol Mintaş’ın yorumu bunun nedeninin Kürt kültürünün ağırlıklı olarak sözel bir kültür olduğu yönünde.

ANILARI CANLI TUTMA ÇABASI
Bu kadar çok kayıp yaşamış bir toplumun anılarını canlı tutma çabası da önemli. Hatıralar ses, görüntü ve kokudan oluşur çoğunlukla. Kürt kültüründe belki de kaybın anısını canlı tutan en güçlü öğe ses. En bastırılan öğe de ses ya da dil.
‘Annemin Şarkısı’nda Zübeyde Rohani’nin muhteşem bir oyunculukla canlandırdığı Nigar ananın en önemli derdi Silo adlı bir denbejin kasedini bulabilmek. O kasedi bulsa sanki bütün kayıpları yerine gelecek, sanki köyüne geri dönecek, sanki gurbette yaşayan oğlunu yeniden kucaklayacak. Nigar Hanım böyle ifade etmiyor derdini ama o kasedin hayati öneminin arkasında sembolik bazı anlamlar olsa gerek.

TAVUSKUŞUNA ÖZENİŞİ
Film 1992’de bir köy ilkokulunda başlıyor. Öğretmen, öğrencilerine Kürtçe tavuskuşuna özenen bir karganın öyküsünü anlatıyor. Karganın hikâyesinin sonunu, filmin sonunda başka bir öğretmenin ağzından dinleyebiliyoruz ama. Filmin başındaki bu sahne, meşum bir beyaz Renault’nun gelip öğretmeni götürmesiyle sonuçlanıyor çünkü. Bu yüzden kargayı bize filmin sonunda başka bir Kürt öğretmen anlatıyor.

 

Saraybosna’da en iyi film seçilen “Annemin Şarkısı”yla Erol Mintaş sinemamıza çok iyi bir giriş yaptı. Kara kargalar gibi uzun bir kariyeri olmasını diliyorum


OLMAYAN KÖYE ÖZLEM
Bu öğretmenin adı Ali (Feyyaz Duman). Feyyaz, Nigar Hanım’ın oğlu. Annesiyle birlikte Tarlabaşı’ndaki evlerinden taşınıp başka bir binaya göç ediyorlar. Bir kayıp daha Nigar için. Nigar, komşularından, sokaktan bir kez daha uzaklaşacak. Nigar köyüne dönmek istiyor; ortada köy kalmadığı gerçeğini kabul edemiyor. Ali bir yandan annesini zapt etmeye çalışırken bir yandan hamile sevgilisi Zeynep’le (Nesrin Cavadzade) ilişkisini kurtarmaya çalışıyor. Ali, iki kadının da arzularına karşılık vermeyi istemiyor. Ne çocuk sahibi olmak istiyor, ne de çocuklaşmış annesini  memleketine geri götürmek.  Belki yazarlık kariyerinin sekteye uğrayacağını düşünüyor, belki özgürlüğünü kaybedeceğini. Ali’nin tek derdi Kürt kimliğini yaşamak değil doğal olarak.

ANAYA ADANAN FİLMLER
Annemin Şarkısı bana Sokhurov’un ‘Anne ve Oğlu’ filmini hatırlattı. İki film arasında dağlar kadar fark olsa da, anne için yapılmış en duyarlı filmlerin ikisinden söz ediyoruz. Feyyaz Duman ve her zamanki gibi Nesrin Cavadzade çok iyiler ama Zübeyde Rohani bir başka iyi. Saraybosna’da en iyi film seçilen “Annemin Şarkısı”yla Erol Mintaş sinemamıza çok iyi bir giriş yaptı. Kara kargalar gibi uzun bir kariyeri olmasını diliyorum.

***

SEX&UYUŞTURUCU&ARABESK
Erden Kıral “Vicdan”dan sonra “Gece”yle Zeki Demirkubuz’a yakışan bir dünyaya geri dönüyor.
Bu dünyada insanların sinir uçları sanki açıkta. Her şey uçlarda yaşanıyor, 10 numara ekspresyonist herkes. Batı’nın sex&drugs&rock’n’roll’u varsa bizim de seks, uyuşturucu ve Arabeskimiz var.

FANTEZİ ÇABASI
Ve fakat 72 yaş böyle bir dünyayı anlamak ve anlatmak için biraz geç. Ayıp ettiğimin farkındayım ama maalesef böyle. “Gece” yönetmenin fantezisinin ne kadar canlı olduğunu gösteriyor göstermesine ama bir yandan da sanki o fanteziyi tatmin etmek için yapılmış gibi duruyor. Ama bir de sosyal sorumluluk gereği Kürt sorunu da var filmde.

 

Erden Kıral’ın kendisini yeniden keşfetme çabası takdire değer ama bu çaba yüzeysel sonuçlar vermeye devam ediyor


POLİTİK YANI ZAYIF
Hattı zatında film bir Kürt aileyi anlatıyor. Vildan Atasever ve Nurgül Yeşilçay ailenin apolitik iki kızkardeşi. Ailenin iki erkeği ise politikanın tam içindeler. Film daha çok Yeşilçay’ın canlandırdığı Süsen’in ve onun eşi Yusuf’un (Mert Fırat) hikâyesine odaklanıyor. İşin seks ve arabesk kısmı burada zaten. Ama yan hikâyeler de önemli. İşin Kürt (PKK) politik gençliğini anlatan kısmı o kadar kötü ki, insan perdeye bakmaya utanıyor. Müsamere desen o bile değil. Oysa filmin bu kısmında ölüm orucu var, örgüt içi hesaplaşma var. Bunları hassasiyetle anlatamazsan çok kötü şeyler çıkabilir ve de çıkmış.

OLAMAMIŞ FİLMLER
Filmin seks&Arabesk kısmı ise bir başka filmi hatırlattı bana: “Aşk Kırmızı”yı. O film nasıl olmamışsa bu da öyle olmamış. İkisinde de Nurgül Yeşilçay elinden geleni yapıyor. Türk(iye) sinemasının Jennifer Lawrence’i olarak gördüğüm Yeşilçay bence iyi yönetilemiyor. Kötü ışık, kötü açıların yanı sıra yönetmenlerin aşırılık tutkuları filmleri de oyuncuları da aşağı çekiyor. Erden Kıral’ın kendisini yeniden keşfetme çabası takdire değer ama bu çaba yüzeysel sonuçlar vermeye devam ediyor.