2008’in sonunda bu köşede “Esrarengiz Bir Dış Kaynak” başlıklı bir yazı çıktı. Kısaca hatırlatayım: Türkiye’nin krizinin başlangıç...

2008’in sonunda bu köşede “Esrarengiz Bir Dış Kaynak” başlıklı bir yazı çıktı. Kısaca hatırlatayım: Türkiye’nin krizinin başlangıç ayı olan Ekim 2008’de yabancı ve yerli aktörlerden kaynaklanan kayıtlı sermaye hareketlerinde toplam 6.2 milyar dolarlık net çıkış gerçekleştiğini belirledikten sonra ekliyordum: “Bir ayda Türkiye’ye 7.4 milyar dolar kayıt dışı sermaye girmiş[tir]. Türkiye’nin dramatik bir ekonomik çöküntüye sürüklenmemiş olması, bu kaynağı belirsiz, esrarengiz, dış kaynak girişi sayesindedir.”
Sonraki aylarda ne oldu? Ekim 2008-Mayıs 2009 arasında kayıt dışı para girişleri süregelmiş; sekiz aylık toplam 18 milyar dolara ulaşmıştır. “Böyle şeyler, kriz ortamlarında olur” diyenler çıkabilir. Tam aksine, benzer krizlerin hepsinde, kayıt-dışı sermaye hareketleri net çıkış göstermiştir. Örneğin 2001 Şubatı’nda patlak veren krizin sürdüğü on iki ay içinde ekonomiden 3.1 milyar dolarlık kayıt dışı sermaye çıkışı gerçekleşmişti.
Yerli-yabancı, kayıtlı-kayıt dışı net sermaye hareketlerinin kriz dönemini içeren sekiz aylık bilançosu, artı (yani “net giriş” gösteren) 1.5 milyar dolardır. Bir yıl öncesindeki yüksek tempolu 33.1 milyar dolarlık net sermaye girişi hızla düşmüştür. Ekonominin daralma ivmesine sürüklenmesinin ardındaki belirleyici etkenlerin başında bu olgu gelmektedir. Ancak, sözü geçen 18 milyar dolarlık “esrarengiz can simidi” olmasaydı, sekiz ay içinde finansal piyasalar bu düzeyde ek döviz talebiyle sarsılacak; Türkiye, 2001-benzeri bir finansal krizin eşiğine sürüklenebilecekti.
• • •
Bunalıma sürüklenmeyi frenleyen bu katkının varlığını elbette üzüntüyle karşılamayacaktık. Ancak, toplumun kaderini ilgilendiren ekonomik konularda, “üzümünü ye, bağını sorma” diyemeyiz. Kaynağını bilmeliyiz ki, aynı hızla çıkıp çıkamayacağını, yani bugünkü “can simidi”nin yarın baş belâsı olup olmayacağını öngörebilelim. Finansal kriz sonrasında ABD/AB tarafından sıkıştırılan, İsviçre dahil offshore cennetlerinden kaçan kara/gri paranın sığınmaya başladığı bir liman haline gelip gelmediğimizi bilelim. Birilerinin bir destek ve dayanışma fonu söz konusu ise, maliyetini, bedelinin ne olduğunu öğrenelim. 1980’li yılların “hayalî ihracatı”nı andıran bir “hayalî borç ödeme” olgusunun ortaya çıkıp çıkmadığını bilelim ki, Türkiye burjuvazisinin kimden, ne kaçırdığını, nedenleriyle birlikte tahmin edebilelim. Bu hesapları tahmin edip yayımlayan Merkez Bankası’nın hatası, özensizliği söz konusu ise, doğru dürüst iktisadî çözümlemelerin gereği olan “düzeltin, hataların hesabını verin” çağrısını yapalım.
Bu gerekçelerle, Aralık 2008 sonrasında çeşitli vesilelerle yazarak, konuşarak “kayıt dışı sermaye girişleri” olgusuna dikkati çekmeye çalıştım.
• • •
Merkez Bankası da durumun ciddiyetini algılamaya başladı. 20 Nisan’da Bakanlar Kurulu’na yaptığı bir sunuşta TCMB Başkanı, (gazete haberlerine göre) o tarihteki 14.9 milyar dolarlık kayıt-dışı hareketi, Varlık Barışı nedeniyle Türkiye’ye giren döviz varlıklarına bağlamıştı. Bu açıklama yanlıştı; yanıltıcıydı; geçersizdi. Bir kere, sözü geçen düzenleme, yurtdışından getirilecek varlıkları yüzde 2, ülke içinden getirilenleri yüzde 5 oranında vergilemekteydi; vergi avantajından yararlanmak için dövizin yurtdışından kayıtlı olarak (bankalar aracılığıyla) transfer edilmesi gerekiyordu ve bu nedenle Varlık Barışı kayıt-dışı girişleri kapsayamazdı. Esasen, uygulanma süresi içinde kapsama giren yurtdışı transferlerin toplamı da sadece 3.2 milyar TL’den (o dönemin kurlarına göre kabaca 2 milyar dolardan) ibarettir. Yani hem “devede kulak”tır; hem de kayıt-içidir.
29 Temmuz’daki basın toplantısında TCMB Başkanı Yılmaz, “net hata ve noksan” olarak kayda geçen kayıt-dışı sermaye hareketlerine ilişkin “çalışmaların devam ettiğini” belirtti; “açıklanabilir bir takım rakamlara ulaştık” dedi. Ve 2008’in son üç ayında 11.3 milyar dolar olarak belirlenen kayıt dışı girişlerin 4.4 milyarının TC vatandaşlarının yurtdışı mevduatından Türkiye’ye aktarılmasından oluştuğunu ileri sürdü. Hata/noksan kalemi, böylece, Ekim-Aralık 2008’de 6.9 milyar dolara indirilecekmiş.
Bu açıklama, bana, 2002’yi izleyen beş yıl boyunca TÜİK’in milli gelir hesaplarında kesintisiz artış gösteren (yani “artı” değerlerle milli geliri yukarı çeken) “stok hareketleri”ne ilişkin bir eleştiriyi hatırlattı. Bir meslektaşımız (Selim Somçağ) bu konunun üzerinde ısrarla durmuş; “bu kadar stok nerede duruyor?” sorusunu gündeme getirmişti. Sonunda TÜİK itiraf etti: “Milli gelir hesaplarındaki tüm hatalar stok hareketleri içinde gösterilmektedir” ifadesini istatistiklere ekledi.
Şimdi endişe ediyorum. Merkez Bankası, TÜİK’in yaptığı işi ters yönde mi tekrarlayacak? TÜİK “gerçek” olarak kayda geçmiş bir öğenin aslında hayalî (hatalı) olduğunu itiraf etmişti. Merkez Bankası ise, “hayalî” (hatalı) bir sayıyı, “gerçek” kalemlere (örneğin, TC vatandaşlarının ülkeye aktardıkları yurtdışı mevduata) kaydırarak ortadan kaldırmaya mı çalışıyor? Yaptıkları “düzeltme” işleminin ayrıntılı dökümü verilmedikçe inandırıcı olmayacaklardır; “kayıt dışı” rakamları olduğu gibi korumaları ehvendir.