Bozkır yangını dünyayı sararken, sarsarken tiyatro ve araçları söylemini güçlendirerek yeni dilin inşasında anlamlı bir ivme kazanmakta...

Bozkır yangını dünyayı sararken, sarsarken  tiyatro ve araçları söylemini güçlendirerek yeni dilin inşasında anlamlı bir ivme kazanmakta.

İki insan arasında öngörülmeyen bir doyumun paylaşılması olasılığı; oyunun kurgulanması değil bir oyunun kendiliğinden var olmasıdır. 
Herhangi bir gecede, herhangi bir zamanda, bir an’da, karşına çıkar.  Varlığını duyumsatır ve orada kalır. Artık senin sınırlarındadır.  Kişiliğini unutmuşsundur!
Unuttuğun için manipüle edilirsin. Giderek kuklaya dönüştüğün hayatında,  yitip giden her şey onunla birlikte yeniden belirir. Benliğinin parçalandığını, zamansız bir yüzleşmede anlarsın.  Tanımlar, kavramlar, duyular yok olur.
Büyük gösterinin ortasında çırılçıplak kalırsın. Aynanın sırrı  gibi sana ait sandığın her şey dökülür sokaklara. Başkalarının hayatında ve tanımlarında ne olduğunla uğraşmaktan, ne olduğun ve olabileceğin hakkında en küçük bir fikrin kalmaz.

Gösterinin içinde var olunduğunu ve çıkış olmadığını söyleyen filozofu (G.Debord) defalarca okumuş olsan dahi bir gösterinin içine bilinçli ya da bilinçsizce girdiğini anladığın o an’da bakışın başkalaşır.
Yüzleşirsin; çelişkiye düştüğünü utanç duymadan kabul etmeye çalışarak. “Kara Kaplı”ya not etmeye başlarsın belki. Senden kalanları, hiç olmamış bilgileri… Jean-Claude Carriere’in, 1967’lerde yazdığı “Kara Kaplı” (L’Aide-Mémoire) adlı oyunu da bu yöntem üzerinden anlatır; benliğini yitiren insanı.
Jean, gündelik rutinlerde, düzenli bir hayatı başarıyla sürdürürken, bedensel belleğini kara kaplı bir deftere not düşer. Birlikte olduğu kadınları o deftere baktığında anımsayabilir.  Yazı üzerine ilk düşünceler üretildiğinde, yazıya verilen bellek rolünün izahı gibi kara kaplı oyunun görünmeyen kişisidir.  Defter, belleği geliştirmeye yönelik bir tür araç, beyne takılan ve beyni depolama yükünden kurtaran bir protez gibi, Jean’ın kurtarıcısıdır.  Ya da o, öyle sanmaktadır. Açık unutulan kapıdan sızan Suzanne ile birlikte kara kaplıya düşülen kayıtlar, son bulur.
Önce çaresizlik baş gösterir, ardından kayıtsızlık. Bildiğimiz ama hep unuttuğumuz, aşk- sadakat oyunu başlar. Müdahale, iktidar, paranoyalar, birbirinin yerine geçme ve bir belirip bir kaybolma oyunu... Ve o an gelir, bir an “yüzleşme”. Zamanların sonuna geldiğimiz bu çağda ise durum katmanlaşmış, anlaşılması ve aşılması güç bir hal almıştır. İlişkilerimiz, köle- efendi başlığında gelişir . Tahakküm, sonsuz tahakküm başlar.
*Bu yazı  Absürd Zamanlar serisinin devamı gibi düşünülmeli. Sürecek