Rene Girard’ı, birçoğumuz kurban ve şiddet üzerine yazdıklarından biliyoruz. Günah keçisi olarak kurban, modern öncesi toplumların şiddet sarmalına düşmesini önleyen tampon bir mekanizma işlevi görür. Karşılaşılan olumsuzluk ve krizler karşısında topluluğun tepkileri, olumsuzlukların müsebbibi olarak gösterilen bir kişi ya da kesime yönlendirilir; günah keçisine bedel ödetilir, topluluk üyeleri bu sınırlandırılmış şiddetle rahatlar ve yola devam edilir.

Bu mantık, Hıristiyan aleminde İsa’nın çarmıha gerilmesiyle çuvallar. İsa’nın masumiyeti, kurban vererek toplumun gazını alma mekanizmasını etkisizleştirir. İzleyen modernite yürüyüşlerinde batılı toplumlar kurban mekanizmasının yerine modern yargı ve adalet sistemini koyarak, toplum içinde şiddetin gelişi güzelleşmesini önlemeye girişirler.

Bununla birlikte Girard, kurban mantığının günümüz dünyasında iki biçimde varlığını koruduğunu söyler. Birincisi, kurban mantığı modern toplumlarda uluslararası siyasetin işleyişine damgasını vurmaya devam etmektedir; savaşlar büyük ölçüde, günah keçileri yaratmanın izlerini taşımaktadır. İkincisi, kurban mantığı ve yol açtığı şiddet, sanılanın tersine modern toplumlarda da özellikle modern yargı ve adalet sisteminin çuvalladığı dönemlerde geri dönmektedir. Kurban, kimi durumda Yahudiler, kimi durumda, göçmenler, kimi durumda kentin istenmeyen yoksulları ya da homoseksüelleri olarak karşımıza çıkar.

Ne var ki, kurban ve şiddet mantığının modern topluma dönüşü eski işlevselliğinden uzaktır; sorumluluğu kurbana yüklemek, toplumu şiddetten arındırmak bir yana, şiddetin yaygınlaşması ve derinleşmesine yol açar. Kurban mantığı, toplumun onu kirletenden arındırılması hedefine ulaşamadığı ölçüde, daha fazla kurban yaratmaya yönelir, yeni suçlular bulmaya girişir.

Bu değerlendirmenin “AKP Türkiye’sine” çok şey söylediği kanısındayım. Adalet sistemi ve gerisindeki yargı mekanizmasının çözüldüğü bir ortamda, kurban mantığı toplumda biriken hoşnutsuzlukları gidermenin yolu olarak öne çıkarılıyor. Kurbanlar bulunup, cezalandırılıyor. Ne var ki, Girard’ın da altını çizdiği gibi, ilkel toplumlarda çalışan bu mekanizma, artık o işlevi yerine getiremiyor. Tersine, bu tür bir rövanşizm, kendisini yeniden üretmek için kurbanı daha geniş ölçekte tanımlamaya başlıyor. Şiddet daha büyük şiddeti çağırıyor.

Barış sürecinin çökmesi sonrasında Kürt sorunu, bir kez daha kurban mantığına oturdu. Belediyelere yönelik kayyum uygulamaları son yıllara damgasını vurdu. 31 Mart seçimleri sonrasında “acaba başka türlü olur mu” derken AKP, kayyum uygulamasını bir kez daha rövanşist bir mantık olarak öne çıkardı. Kuvvetle muhtemel ki, bu uygulamalar genişleyerek sürecek. Girard gibi, sağduyu sahibi herkes görüyor ki, günah keçileri yaratma, günümüz dünyasında sorun çözmüyor, sorunun kendisi oluyor ve sorun olmaya başladığı ölçüde daha fazla kurban yaratmaya yöneliyor.

Öte yandan sorunları(nı) kurbanlar yaratarak çözmeye çalışan siyaset mantığının yarattığı yeni mecralar, önümüzdeki dönem için çok daha büyük risklere işaret ediyor. AKP iktidarı, Girard’ı doğrulayan biçimde, kurban mantığını uluslararası siyasette de öne çıkarıyor. Suriye macerası bir kez daha savaş çağrışımları yaparak gündemde ağırlık kazanmaya başladı. Girard, içinde bulunduğumuz dönemde büyük ölçekli savaşların her zamankinden daha olası olduğunu söylüyor ve bu nedenle yaşadığımız dönemi “kıyamet çağı” olarak adlandırıyor.

Umalım ki, kıyametin düğmesine, “benden sonrası kıyamet” diyen anlayış basmasın!