Kayyuma yenilmeyeceğiz

Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanlarının görevden alınması ve yerlerine kayyum atanması toplumsal muhalefette kısa süreli bir şok etkisi yarattı. Halk iradesine yönelik bu saldırı, tek adam rejiminin “doğasında” mevcut olan bir yönetme stratejisinin parçası ve bu haliyle “sürpriz” değil. İktidar bloku, OHAL boyunca kayyum dayatmalarında ve İstanbul seçiminin gasp edilmesi sürecinde sandığa saygı duymadığını zaten açıkça göstermişti.

31 Mart öncesinde AKP Genel Başkanı ile İçişleri Bakanı’nın mealen “şayet sandıktan istediğimiz sonuç çıkmazsa yine kayyum atarız” minvalindeki çıkışları hepimizin hatırında. Aynı günlerde Yavaş ve İmamoğlu hakkında da benzer tehditler dolaşıma sokulmuş, aslı astarı olmayan suçlamalar havada uçuşmuştu. Ancak seçmenin iradesini rehin alma ve yurttaşlara gözdağı verme hamlesi olarak nitelendirilebilecek bu açıklamalar toplumda beklenen etkiyi yaratmadı. Seçmen Türkiye’nin her köşesinde iktidar blokunu geriletecek bir dayanışma sergiledi ve net bir zafere ulaştı.

KAYYUM VE ‘NORMALLEŞME’

23 Haziran’da iktidar blokunun ağır bir yenilgi alması sonrasında kimileri “normalleşme” çağrısı yaptı kimileri ise iktidarın geri adım atmak zorunda kalacağını söyledi. İktidar cephesinden gelen “sistemi revize etme” vaatleri de bu naif çıkarımlara delil olarak sunuldu. Halbuki tek adam rejiminin yenilgiyi kabul etmesi ve sistemde makyajdan öteye gidecek bir hamle yapması imkân dâhilinde değildi. Diyarbakır, Van ve Mardin’de tanık olduğumuz irade gaspı son süratle uçuruma doğru giden iktidar blokunun frene basmayacağını bir kez daha kanıtlamış oluyor.

Üç ilde belediyelere yapılan operasyon OHAL zamanında çıkarılan KHK’lerin yasalaşmış haline dayanılarak gerçekleştirildi. Tek başına bu olgu dahi tek adam rejiminin olağanüstü halin süreklilik kazanmış bir formu olduğuna işaret ediyor. İktidar siyasal ve toplumsal meşruiyet kaygısı gütmeden yalnızca belediye başkanlarını değil belediye meclis üyelerini de etkisizleştirmeye çalışıyor. Böylece sandıkta elde edemediği zaferi zor kullanarak elde etmek istiyor.

Kayyum operasyonunun iktidar blokunun köşeye sıkıştığı bir anda erken basılan imdat düğmesi olduğu söylenebilir. Bir başka ifadeyle rejim elindeki cephaneyi alelacele kullanmak zorunda kalmıştır. Bir yanda toplumsal muhalefetin 31 Mart/23 Haziran’da kazandığı özgüven, Kazdağları örneğinde olduğu gibi kolektif isyanın çığ gibi büyümesi, baroların gür sesle Saray’ın yargı üzerindeki vesayetini reddetmesi, ekonomik krizin etkilerinin bir türlü hafifletilememesi bir diğer yanda ise yeni parti hazırlıkları ve devlet içindeki fay hatlarının harekete geçmesi iktidarı panikletmiştir. Tüm bunlara ABD ve Rusya arasında “denge” kurmanın her geçen gün zorlaşması eklenmelidir.

BAŞARI ŞANSI DÜŞÜK

Saray etrafında milliyetçi konsolidasyonu sağlamak ve muhalefet blokunu içeriden parçalamak için yapılan kayyum operasyonunun başarılı olma şansı çok düşük. Zira muhalefetin politik tecrübesi ve dayanışma pratikleri bu tip tuzakları aşma kapasitesine sahip. Nitekim kayyum oldubittisine karşı CHP’den SP’ye, Gül ve Davutoğlu’ndan İyi Parti’ye farklı düzeylerde de olsa itirazlar yükseldi, yükseliyor. AKP kanadındaki kan kaybı ise milliyetçi manipülasyonla giderilemeyecek kadar derin. Üstelik bu riskli hamle AKP içindeki çatlakları derinleştirerek yeni krizleri ve kopuşları tetikleyebilir.

Toplumsal muhalefetin son saldırı sonrasında “bitmeyen kâbus” senaryolarına prim vermemesi ve iktidar blokunu dağıtma hedefinden milim sapmaması gerekiyor. Sosyalistler, devrimciler, muhalefetin eksen kaymasını önleyebilecek en önemli odak olmayı sürdürüyor. Kayyum hamlesinin iktidarın 31 Mart/23 Haziran yenilgisinin üstünü örtemeyeceği açıktır. Bu gerçeği yaşamın içinde somutlamak, doğru adımlarla kurucu siyaseti örmek benzeri saldırıları bertaraf etmenin en etkili yoludur. Muhalefetin sandıkta kazanılan başarıyı oldubittiyle yitirmemesi ancak ve ancak tek adam rejimini sona erdirme motivasyonunu yükseltmekle mümkündür.