‘Kazan’lar kazanamıyor!

Bundan tam 75 yıl önce, Şubat 1952’de Viva Zapata! gösterime girdi. Çok özel bir tarihsel an; Meksika’nın direniş hikâyesi Soğuk Savaş’ın başlangıç yıllarında anlatılıyor.

Ama ne yazık ki sadece iki ay sonra, Nisan 1952’de Viva Zapata!’nın yönetmeni Elia Kazan, Amerika’ya Karşı Faaliyetleri Araştırma Komitesi’nin (HUAC) karşısına çıktı ve insanı bugün bile dehşete düşüren bir iştahla konuştu da konuştu, komiteye isim üstüne isim, tarih üstüne tarih verdi. 1930’lar boyunca birlikte çalıştığı Group Theater’ın tüm ‘komünistlik’lerini o salona taşıdı. Kendisini AKP (Amerikan Komünist Partisi-CPUSA) ile tanıştıran Tony Kraber’dan Morris Carnovsky’ye, Art Smith’ten Paula Strasberg’e kadar tanıdığı ne kadar solcu varsa hepsini komitenin mikrofonlarına anlattı. Komünist Parti üyesi oyuncu Zero Mostel Kazan’dan söz ederken ‘gevşek ağızlı’ (‘loose lips’) diyordu. Kazan, tarihin en ünlü mafia muhbiri ‘Bülbül’ Wallachi’yi suskun bir manastır mensubu gibi gösterecek kadar konuşkandı Hollywood solcuları hakkında...

Bunların hepsi John Ford gibi sağcı bir Hollywood yönetmeni bile çalışma arkadaşları hakkında muhbirlik yapmayı kesin bir dille reddederek komitenin soruşturma çağrısını geri çevirirken yaşandı.

Sonrası malum: ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki gerilim hızla yükselirken, HUAC’da adı anılanlar önce Hollywood’da iş bulamaz, sonra kelimenin gerçek anlamıyla ‘ekmek bulamaz’ hale geldiler.

Bugün Türkiye’de yaşanan ‘Evet challenge’ saçmalığı 1950’lerin karanlık HUAC -diğer adıyla McCarthy Komisyonu- soruşturmalarına çok benziyor: Medya popülerliği olan insanlar parlamenter demokratik sistemin yıkılması için ‘evet’ demeye zorlanıyor. Bu çirkin daveti reddedecek kadar cesur olabilen dikta karşıtları belli ki bir süre yandaş medya ortamında iş bulamayacak, televizyona çıkamayacak, konser veremeyecek ama “Simit sat, onurlu yaşa!” sözünün hakkını verecekler.
İşleyişindeki çarpıklıklara rağmen hiç değilse kendisini düzeltebilecek iç mekanizmalara sahip bir sistemi yıkıp yerine çok açık bir şekilde diktatörlük rejimini getirmek için büyük bir hevesle “Evet! Oh, evet!” diyenlere gelince… Bu saatten sonra insanlığın vicdan tarihine bakmayacaklarına göre, hiç değilse Hollywood tarihine baksınlar; orada kendi geleceklerini -gelemeyeceklerini!- görecekler.