Öteden beri, AKP başta olmak üzere, iktidarların özgürlükleri boğduğu, yağma ve sömürünün arttığı, iç barışın bozulduğu, krizlerin emekçileri ezdiği dönemlerde bir dâhiyane(!) formül dillendirilir: ancak bir merkez sağ parti/lider oyları bölerse iktidar değişebilir! Bir yurttaş böyle düşünürse, en fazla kendi öngörüsünü test etmiş olur. Ama söz konusu siyasi parti ise, hele hele ülke siyasetine müdahale […]

Öteden beri, AKP başta olmak üzere, iktidarların özgürlükleri boğduğu, yağma ve sömürünün arttığı, iç barışın bozulduğu, krizlerin emekçileri ezdiği dönemlerde bir dâhiyane(!) formül dillendirilir: ancak bir merkez sağ parti/lider oyları bölerse iktidar değişebilir!

Bir yurttaş böyle düşünürse, en fazla kendi öngörüsünü test etmiş olur. Ama söz konusu siyasi parti ise, hele hele ülke siyasetine müdahale edebilecek bir siyasi parti ise durum değişir. Seçmenin oy tercihinin siyasetle değişmeyeceği ön kabulünün bir sonucudur bu yaklaşım.

Seçmen tercihlerine yön veren dinamikleri ve dünyayı durağan, değişmez gören bu bakış açısının, esasen siyaseti imkânsız ve gereksiz hale getirdiği göz ardı ediliyor. Dönüştürmeye, değiştirmeye ve devrime sırt çevirip, “toplum % 70 muhafazakâr/sağ, % 30 cumhuriyetçi/sol olarak bölünmüş bu da değişmez” dediğinizde, iktidar için önünüzde iki yol vardır: oyları bölecek bir merkez sağ parti/lider ya da sağcılaşmak!

Bazen en radikal siyasi faaliyet iktidar içinde kavga izleri arayıp “şu kadar vekil istifa edip yeni parti kuracakmış!”, “falanca sermaye grubu desteğini çekmiş!”, “ABD (ya da falanca ülke) fişini çekmiş!”, “ekonomik kriz götürecek bunları!” türünden zavallı komplo teorileri veya temenniler olabiliyor. Zavallı komplo teorileri çünkü başta AKP, tüm sağ iktidarlar sermaye ve emperyalizmin en sadık partnerleri olmuştur.

Defalarca denendiği üzere bu bakış açısıyla üretilen politikalarla, objektif koşulların iktidar değişimini mümkün, hatta mecbur kıldığı durumlarda bile iktidar değişmez. Ne iktidarı belirleyen uluslararası ilişkiler, sınıfsal ve ekonomik yapı (müesses nizam) değişir, ne de kadrolar değişir. En fazla meşruiyet krizinin zorladığı ve işlerin iyice berbat olduğu dönemlerde koalisyon ortağı olup yüklü bir fatura ile muhalefete dönersiniz. Sağ ise “sonsuz esnekliği” ile farklı adlarla kesintisiz iktidarını sürdürür.

Rejimin değiştiği, iktidarın cüret ve kabiliyetinin arttığı bu kavşakta sol/sosyal demokrat partilerin aynı bakış açısının özgün ve abartılı bir formuyla malul olduğunu görüyoruz; bir yanda sağ muhafazakâr bir partiyi güçlendirmeye çalışırken diğer yandan kendi kadro, söylem ve politikalarını da iktidara benzetiyorlar. Bu politik tercihte ısrar edilmesi siyasette yer tutmak isteyen kadroları sağdan her anlamda medet umar hale getiriyor. Hatta iktidar partileri ile iltisaklı olanlar tercih edilir hale geliyor.

Parti politikalarını anti demokratik bir şekilde yönlendirenlerin tercihlerinin, şu ya da bu seçim için başvurulan taktik bir hamle, iktidar olmak için stratejik bir yönelim değil sahiden ikna oldukları bir ideolojik tercih olduğu anlaşılıyor. Yerel seçim sürecinde aday yapılan ve tartışılan kimi isimler ve izlenen politikaların başka bir açıklaması olamaz. Ancak bu tercihin artık tüm merkez sol ve sosyal demokratların zihnini işgal etmeye başladığını görüyoruz. Seçimde “başarılı” olunsa bile asıl risk burada. Sabah akşam sövenlere abartılı saygı jestleri yapmak, anayasayı göz ardı etmek, vs. iktidar partileri ile farkı sıfırlıyor. Değişen rejimle iki partili yönelimden kaygı duyuluyorken, nerede ise aynı partinin/ideolojinin farklı fraksiyonlarına mecbur kalma riski söz konusu!

Oysa etik ve ideolojik olarak “biz kazandık”. Karşımızda tüm iddia ve politikaları iflas etmiş çürümüş bir iktidar var. Çevre, kültür, hukuk, ekonomi, ahlak, inanç, vs. nereye elinizi atsanız elinizde kalıyor. Yaygara, yalan ve açık şiddetle ayakta duruyor. Bu iktidarın karşısına cesur, açık, sahici, kapsayıcı bir sol alternatifle -ki bu kadroları da içerir- çıkmak yeterlidir.

Azıcık tutarlılık ve cesaret!