Ayasofya’da kılıçla gerçekleştirilen gösteri...

Milyonluk makam aracını Ayasofya önüne park etti. 2009’da 2,5 milyar lira olan Diyanet bütçesinin 2020’de Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu bütçesinin 797 katına ulaştığı, 11,5 milyar liralık devasa güçle, elinde “görkemli” kılıcıyla Ayasofya’da hutbeye çıktı. Şeyhülislam edasıyla; “Vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar! Vakfedenin şartını çiğneyen lanete uğrar” diyerek “lanet” okudu. Dini; siyasi çıkarlar için kullanmanın ödülü her daim vardı, o gün onu o hutbeye çıkaran tarih de öyle yazılmıştı. 15 Temmuz’un kritik ismi Adil Öksüz’e doktor unvanı veren jürideydi. 15 Temmuz firarisinin yönetim kurulu başkanı olduğu, kapatılan Kültürlerarası Diyalog Platformu’nun yönetim kurulu üyesiydi. Doğmamış çocuğu FETÖ okullarında okuduğu gerekçesiyle ihraç edilen emekçilere, ailelerine “yargısız infaz”lar yaşatılırken bir soruşturma dahi geçirmemiş ve Ayasofya’da onu hutbeye çıkaran Diyanet İşleri Başkanı konumuna getirilmişti.

Gerçekleştirdiği gösteri sonrası yaptığı konuşmanın Ayasofya’yı müzeye çeviren kararın altındaki imzanın sahibi olan Atatürk’ü hedef aldığı eleştirilerine karşılık “Sadece Ayasofya’yı değil, tüm vakıf mallarını, geçmişi değil, bundan sonrasını kastettim” dedi.

Vakıflar, vakıf malları; halktan, parsel parsel vakıflara dağıtılan kamusal alanlardan, kamu kaynaklarından daha mı önemliydi? Vakıf mallarına dokunanlar kimin, kimlerin lanetine uğrayacaklardı, kılıçla mı cezalandırılacaklardı? Anayasa’ da kamusal hizmetlerin sorumlusunun devlet olduğu açıkça belirtilmişken eğitimden sağlığa yaşamın her alanı neden vakıflara devrediliyordu? Öğrenci yurtlarından öğretmenevlerine, okullardan hastanelere kadar ülkenin her yeri vakıflar, dini yapılar, cemaatlerle kuşatılmışken “lanete” uğramamak için susmamızın, sessiz kalmamızın uyarısını mı yapıyordu?

Ayasofya nümayişi sonrası; Albayrak Medya’nın haftalık dergisi Gerçek Hayat; 27 Temmuz tarihli sayısında hilafet çağrısı yaptı. Kapak sayfasında “Şimdi değilse ne zaman, sen değilsen kim?” ifadeleri “Artık Ayasofya ve Türkiye hür” mesajı ile birlikte yer aldı.

Anayasa’ da DİB’ in “laiklik” ilkesine uygun faaliyet göstermesi, siyasete karışmaması, vatandaşları inançlar bazında ayrıştırmasının yasaklanması açık bir şekilde düzenlenmişken, Anayasa’ nın “demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” maddesine rağmen hilafet çağrıları, “Ayasofya konuşmaları” yapılıyorsa; laikliğin, cumhuriyetin yalnızca kâğıt üzerinde yazılı ifadelerden ibaret kaldığının ilanı değil midir yaşadıklarımız?

Ayasofya ve hilafet açıklamaları ile eş zamanlı televizyon programına katılan Bilal Erdoğan “Japonya, Çin niye alfabesini değiştirmemiş? O zaman insan diyor ki demek ki gelişmenin alfabeyle bir alakası yokmuş” açıklamasını yaptı. Okuryazar sayısının askerler, bürokratlar, devlet memurları ile sınırlı kaldığı halkın önemli bir çoğunluğunun okuryazar olmadığı bir tablo üzerinden harf devrimiyle 10 yıl gibi kısa bir sürede okuryazar oranının yüzde 20’ye yükseldiği gerçekliğe ilişkin ise tek bir cümle dahi kurmadı.

Cumhuriyet ile halkın çocuklarının eğitim hakkını kazandığı günlerden; Milli Eğitim Bakanı’nın iş cinayetlerinde ölen beş çocuktan üçünün “çocuk işçi” olduğu tarlaları ziyaret ettiği, YKS sonuçlarında yarım milyonu aşkın öğrencinin barajı dahi geçemediği, yoksul çocukların aleyhine eğitimdeki eşitsizliğin arttığı, okul öncesinden yükseköğretime tüm eğitim kurumlarının imam hatipleştirildiği, protokollerle okulların cemaatlerle kuşatıldığı, Karaman’da, Aladağ’da, Kulp’ta, Taşkent’te memleketin her yerinde cemaat yurtlarında çocukların yaşamlarını, umutlarını kaybettiği bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

Cumhuriyet; kulluğun yerine yurttaşlık hakkının kazanıldığı, egemenliğin gökyüzünden yeryüzüne indirildiği tarihsel olarak ileri bir adımdı. İstanbul Sözleşmesi’yle kadın haklarının, kazanımlarının; sosyal medya sansürüyle emekçilerin, gençlerin, kadınların, halkın düşünce özgürlüğünün hedef alınmasıyla, atılan her adımla şimdi tarih yeniden yazılıyor.

George Floyd’u nefessiz bırakan “o dize” karşı dünyanın her yerinde nefes almak istiyoruz diyerek sokaklara taşan isyan nefesimiz oldu, o isyan dünyanın her yerinde neoliberal-muhafazakâr politikaların, karanlığın örgütleyicilerinin kabusu oldu.

Eşit, özgür, demokratik, barış içersinde bir cumhuriyet için, laiklik için vereceğimiz mücadele “Nefes almak istiyoruz!” isyanının haykırışıdır artık bizim için... Tarihsel sorumluluğumuzdur. Kazanılacak bir laiklik, kazanılacak bir Cumhuriyet mücadelemiz var.