İki haftadır propagandası yapılan ve iki gün önce açıklanan “güvenlik paketi” , sivil yönetimde bir ilk.

İki haftadır propagandası yapılan ve iki gün önce açıklanangüvenlik paketi , sivil yönetimde bir ilk. Hak ve özgürlüklere karşı güçlü dalgada ise, son 50 yılda üçüncüsü:

- 12 Mart 1971: Siyasilerin özgürlüklerden şikâyeti, Anayasa değişikliği yoluyla sıkıyönetim ortamında askerlerce giderildi.

- 12 Eylül 1982: sivillerin talepleri, özgürlüklerin askıya alındığı askeri yönetim sırasında Anayasa yoluyla karşılandı.

- Ekim 2014: Askeri darbe, muhtıra, sıkıyönetim veya olağanüstü bir hal olmadığı halde, hak ve özgürlüklere karşı dalga, “olağanüstü bir yönetim” zihniyetinden beter.

Öngörülen polisiye yetkiler”, 1971 Anayasa değişiklikleri ile, yargısal güvencelerin yerini, gecikmesinde sakınca bulunan haller kaydıyla kolluk yetkilerinin almasını andırıyor. Bu yetkileri pekiştiren 1982 Anayasası ile 12 Eylül rejimi ortaya çıktı.

2001’de, kolluk yetkilerinin önemli bir kısmı Anayasa’dan ayıklanarak, kişi özgürlüğü ve güvenliği konusunda yargısal güvenceler getirildi.

Önceki gün Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın çifte açıklaması, 2001 “Anayasa kazanımlarını yok sayıyor: özellikle, polisin gözaltı ve arama yetkileri, kişi özgürlüğü ve güvenliği üzerinde ciddi bir tehdit. Diğerleri ile birlikte, düzenlemeler bir bütün olarak, ifade özgürlüğü ve toplu özgürlükleri boğma iradesini ele veriyor. Siyaseten ifadesi ise şu: “ Gezi temelinde ülke bütününe yayılma olasılığı bulunan demokratik muhalefeti Kobane üzerinden vurmak”.

Bu arada, “90’lı yıllara dönüş yok” şeklinde “güven telkin edici” açıklamalar karşısında, anayasal ve yasal düzlemde, dönemin olumlu adımlardan sadece ikisini hatırlayalım:

- Savunma hakkı: 1992’de CMUK’ta yapılan değişiklikle, gözaltına alınma anından itibaren tanınan avukat bulundurma hakkı, birçok Avrupa devletinde tanınmış değildi.

- 1995 Anayasa değişikliği: Başta devlet “kutsal” sıfatından arındırılarak, hak ve özgürlük yasaklarına ilişkin kayda değer ayıklamalar yapıldı.

Bu nedenle, düzenleme bakımından keşke 1990’lı yıllara dönüş yapılsaydı. Ne var ki, güvenliksöylemi, ‘70 ve ‘80’li yılların bile gerisinde. İki bakımdan: 71 ve 80’de yönetim değişikliği yapıldı; hedef ve amaç açıkça ilân edildi. Şimdi ise, yönetim değişikliği olmadığı gibi amaç da gizleniyor. Kamu düzenini bozan önlenemez tehlike varsa,olağanüstü halilân edilir ve düzen, istisnai yönetim eliyle sağlanır. Sonra, amaç eğer gerçekten özgürlükler güvencesi ise, kamusal mekânda hak ve özgürlüklerini kullanan geniş kitleler –şiddete başvuran tikel gruplar bahane edilerek- sürekli itibarsızlaştırılmaz ve terörize edilmez.

Olağanüstü halin bile, anayasal olarak süresi, mekânı ve sınırları belli olmasına karşılık, şu anda yapılmak istenen, bütün zamanlar için, bütün Türkiye’de ve sınırları belirsiz yetkilerin tanınması.

Süreç de Anayasa-dışı. Çünkü, “yasa tasarısı”, Hükûmet metninden çok Cumhurbaşkanı metni. CB duyuru ve propagandasını yaptı. Hükümet bu doğrultuda metin hazırladı. Böylece, TBMM’de oylanarak yasalaşan tasarının CB tarafından geri gönderilme olasılığı da sıfırlandı. CB, fren ve denge sağlayıcı anayasal görevini daha baştan ortadan kaldırdığı gibi, Anayasa’ya aykırılık yolunu adeta pekiştirmiş oluyor. Siyasal açıdan, frenleme görevi bir yana, Hükûmet ve yasamayı hızlandırıcı bir anayasa-dışı misyon üstlenmiş olmakta…

Geriye götürülemezlik”, sadece öğretinin geliştirdiği bir ilke değil, normatif değeri olan bir kural: Hak ve özgürlükler alanında kazanımların gerisine düşen düzenlemeler yapılamaz. Bunun tipik örneğini, 2014 Tunusu sunuyor: Anayasa değişikliği, Hak ve özgürlükler alanındaki kazanımlara dokunamaz.

Bizde ise, kazanımlar, yasa yoluyla geri alınıyor; üstelik, “olağan yönetim” döneminde.

Bu nedenle, idari ve kolluk güçlerine tanınan engelleyici, bastırıcı ve keyfi yetkiler, aslında hak ve özgürlük öznelerinin hareket alanını daha da meşrulaştırıyor. Kuşkusuz, molotof kokteyli veya maske, özgürlük kullanımıyla bağdaşmaz. Buna karşılık, kolluk gücünün yaka numarasını saklaması veya rastgele gaz sıkması da, görev ve yetkisini kötüye kullanmasının ötesinde açıkça suç.

Ne yapmalı? Öncelikle, bu düzenlemenin arka planını sürekli teşhir etmeli. Sonra, AYM’nin iptalini sağlamaya çalışmalı. Nihayet, hak ve özgürlük kullanımında, görev ve yetki tecavüzlerine karşı sivil itaatsizlik bağlamında direnme hakkıalanını sürekli pekiştirmeli. İnsan hakları uluslararası –başvuru yolları dahil- standartları da, demokratik muhalefetin genişletilmesi yolunda meşru zemin olarak kullanılmalı…