İşçilerin direnişi, artıyor ama devletin baskı araçları devreye giriyor ve işçiler, hukuksuz biçimde, şiddet de kullanılarak baskı altına alınıyor. İşçi sınıfı yeterince örgütlü olmadığı ve gereken düzeyde dayanışma gösterilemediği için mücadeleler başarıya ulaşamıyor.

Kazanmak için işçi sınıfını hatırlamalıyız

Rıfat KIRCI

İşçi sınıfını birleştirerek alanlara döken gün 1 Mayıs. Bu yıl da geçen yıl olduğu gibi salgın gölgesinde geçiyor. Büyük mitingler yapılamasa da işyerlerinde yapılan eylemlerle kutlanıyor, işçi sınıfı mücadelede yitirdiklerini temsili törenlerle anıyor. İşçi sınıfının bütün bir yıl boyunca omuzlarında biriken sorunlarına karşı talepler sıralanıyor.

Biz de işçi sınıfı için 1 Mayıs’ın önemini, sınıf mücadelesindeki yerini ve emek hareketinin durumunu akademisyen Özgür Müftüoğlu’na sorduk.

► Emek hareketinin en silik olduğu dönemlerde dahi 1 Mayıs dünyanın tüm ülkelerinde coşkuyla kutlanıyor, geniş kesimler protestolar düzenleyerek demokratik taleplerini dile getiriyor. 1 Mayıs’ın emek hareketine sağladıkları nelerdir?
1 Mayıs bildiğiniz gibi ‘İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü’dür. 1 Mayıs yılın 364 günü ezilen, sömürülen; sadece emeği değil, bir insan olarak varlığı bile değersizleştirilmiş, yok sayılmış olan emekçilere bir sınıfın -işçi sınıfının- mensubu olduğunu anımsatır. Basit gibi görülebilir ama bir sınıfın mensubu olduğunun bilincinde olmak önemlidir. Çünkü bu, işçinin patronun ‘kendisine ekmek veren bir velinimet’ olmadığını; tersine patronun tüm varlığı ve zenginliğinin kendi emeği tarafından üretildiğini fark etmesini sağlar. Bu zenginliği üretirken işçi yalnız değildir, onun gibi emeğini ücret karşılığı satan diğer tüm emekçilerle benzer konumdadır. Ama onlar işe girebilmek, işini koruyabilmek için sürekli rekabet etmesi gerekenlerdir aynı zamanda. İşte 1 Mayıs, emekçilere 364 gün rekabet etmesi istenen diğer işçilerle çıkarlarının ortak olduğunu gösteren gündür.

Diğer emekçilerle rekabet ettirilirken yalnızlaştırılanlar, 1 Mayıs meydanlarında yalnız olmadıklarını görür. Bu onların sınıf olma bilincine ulaşmaları için önemlidir. 1 Mayıs meydanlarından evlerine dönüp, televizyonda, basında, sosyal medyada diğer pek çok ülkede de kendisi gibi emekçilerin alanlarda olduğunu izleyince işçi sınıfının evrenselliğini fark eder. Sadece kendi ülkesindeki değil dili, dini farklı da olsa tüm dünyadaki işçilerle, aynı sömürü çarkının içinde onlarla aynı taleplerle, insanca yaşama çalışma talebiyle sokaklarda olduğu ayrımına varır. Bu onu, ‘Mücadele enternasyonal olmalıdır’ düşüncesine taşır.

Kısaca 1 Mayıs, emekçilerin sınıf bilincine ulaşmasını ve diğer emekçilerle rekabet etmek yerine birlik ve dayanışma içinde enternasyonel bir mücadele içinde olursa sömürüye karşı durabileceğini ve patronları alt edebileceğini görmesini sağlar.

► Bu bağlamda 1 Mayıs coşkusu yılın geri kalanına nasıl yayılır?
1 Mayıs meydanlarında kitlesel eylemlere tanık ol(a)mamamızın iki temel nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi, 1 Mayıs’ın ne anlama geldiğinin emekçilerin büyük kesim tarafından yeterince bilinmemesi ve enternasyonel bir mücadelenin başarılabileceğine olan inançsızlıktır. Yani 1 Mayısların kitlesel bir direnişe dönüşmesi için emekçilerin sınıf bilincine varması ve enternasyonel mücadelenin olabilirliğini görmesi gerekiyor. Diğer neden ise tam da -yukarıda ifade etmeye çalıştığım gibi- bilinç yükseltme etkisi olan 1 Mayıs’ın sermaye sınıfı ve onu temsil eden siyasi iktidarlar için büyük bir ‘tehdit’ olarak algılanmasıdır. Emekçilerin dayanışmasını kırmak için bir taraftan şiddet de içeren baskıcı politikalar izlenirken diğer taraftan emekçiler arasında ayrışmayı ve birbirleri arasında rekabeti körükleyici yöntemler izlenmesi bundandır. Baskı ve ayrımcılığı körükleyen yöntemler karşısında yapılması gereken, sendikaların ve diğer işçi birliklerinin sınıf bilincini ve enternasyonel mücadele gerekliliğini 1 Mayıs’tan 1 Mayıs’a anımsamak yerine yılın 365 günü bunun çalışmasını yapmaktan geçmektedir. Eğer bu gerçekleşirse 1 Mayıs coşkusu diğer günlere de yayılacaktır.

kazanmak-icin-isci-sinifini-hatirlamaliyiz-870576-1.

► İşçi sınıfı 1 Mayıs’ı taleplerin yerine getirilmesi açısından kırılma noktası haline getirebilir mi?
Siyasi iktidarın 1 Mayıs’ta ya da diğer günlerde işçi sınıfının dile getirdiği talepleri yerine getirmesi için işçi sınıfının gücünü fiilen ortaya koyması gerekir. Kapitalist devletlerde siyasi iktidarlar haliyle burjuvazinin temsilcisidir. Onları tavize zorlamanın tek yolu işçi sınıfının gücünü fiilen göstermesidir ki bu da ancak üretimden gelen gücün kullanılmasıyla yani grevle olur. Sendikalar böyle bir mücadeleyi yürütebilmek için uzlaşmacı, ‘sosyal diyalogcu’ bir anlayış yerine; üretim sistemi ve sermayenin üretim ve yönetim stratejilerinin güncelliğini de dikkate alarak belirleyecekleri yeni mücadele programlarını yaşama geçirmelidir. Ama burada son derece kritik olan, sendikaların sınıfsal perspektife sahip olup olmadıklarıdır.

► Türkiye’de iktidar tarafından ucuz iş gücü cennetine dönüşmenin hayalleri kuruluyor. Bu perspektiften bakacak olursak 1 Mayıs’ın önemi artıyor mu?
Neoliberal politikaların resmen uygulanmaya konulduğu 24 Ocak 1980 kararlarından bu yana Türkiye, küresel rekabette ucuz emek gücü sayesinde kendine bir yer bulma arayışına girmiştir (12 Eylül darbesinin gerçek nedeni de budur). 12 Eylül darbesinin tüm emekçi güçleri ve toplumsal muhalefeti baskı altına alması Türkiye’nin ucuz emek cenneti olmasına yetmemiş, baskılar darbe sonrasında da artarak devam ederken esnek ve güvencesiz çalışma yaygınlaşmıştır. Bu aynı zamanda sendikal örgütlenmeleri de zayıflatmıştır.

Küresel rekabet içinde emek yoğun üretim ve ucuz emek gücü ile var olmaya çalışan Türkiye’de emekçiler Bangladeş, Kolombiya, Pakistan, Çin gibi ülkelerin işçileriyle rekabet ettirilmektedir. Bu nedenle ücretler ve sosyal haklar rekabet edilen ülkelerdeki hakların çok daha gerisinde olmak durumundadır. Öte yandan 90’ların başından bu yana Türkiye, önce eski Doğu Bloku ülkelerinden daha sonra Ortadoğu ülkelerinden göç alan bir ülkedir. Göçmenlerin büyük kısmı sığınmacı durumundadır ve bu nedenle en kötü işlerde son derece düşük ücretle çalıştırılmaktadır. Göçmen işçilerin sınırsız sömürüyle karşı karşıya olması başlı başına bir sorundur. Ama bu aynı zamanda patronların göçmen işçilerin diğer işçilerle rekabete sokulup, emek maliyetlerinin düşürülmesi için de kullanılmaktadır.

1 Mayıs, tam da burjuvazinin, işçi sınıfını rekabete sokarak emek maliyetlerini düşürmesi karşısında enternasyonel bir duruşu temsil eder. 1 Mayıs’ın tarihsel anlamı da budur zaten. Bildiğiniz gibi 1 Mayıs, 1889’da II. Enternasyonel tarafından “İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak kabul edilmiştir ve gerekçesi uluslararası sömürüye karşı uluslararası dayanışma ruhunun oluşturulmasıdır. Şu halde 1 Mayıs’ın güncel olduğunu ve giderek daha da anlamlı hale geldiğini söylemek mümkündür.

► Salgın sürecinde emeğe karşı saldırıların ve hak mücadelelerinin arttığını söyleyebilir miyiz?
Salgın zaten krizde olan sistemin krizini daha da derinleştirdi. Salgından korunmanın olmazsa olmaz ilkesi olan ‘fiziksel mesafe’ kapitalizmin çarklarını (üretim, ticaret, finans ve turizm) tehdit etti, sistemi işlemez hale getirdi. Sermaye ve devlet ise çözümü her zaman olduğu gibi çarkların emekçilerin yaşamına rağmen döndürülmesinde buldu. Özellikle Türkiye gibi işçi sınıfının ve demokrasinin zayıf olduğu ülkelerde milyonlarca emekçiyle birlikte toplum sağlığı hiçe sayılarak fiziksel mesafe kuralı ihlal edildi. Bulaş vakaları ve ölümle artmaya başlayınca eve kapanma uygulaması getirildi ama birçok sektörde emekçiler çalıştırılmaya devam etti/ediyor. Eve kapanması istenenlere devlet, hiçbir gelir desteği sağlamıyor. Yani emeğini satmaktan başka yaşamını sürdürebileceği gelire sahip ol(a)mayan milyonlarca insan açlığa terk ediliyor.

Öte yandan uzaktan çalışma, MÜSİAD’ın “İzole Üretim Üsleri” , MESS’in “MESS SAFE” gibi projeleriyle işçiler üzerindeki denetim daha da artırılıyor. Aynı zamanda bu yeni yöntemler sayesinde emekçiler birbirlerinden tecrit ediliyor ve örgütlenerek hakları için mücadele etmeleri olanaksız hale geliyor. Baskılara boyun eğmek istemeyen işçiler ise patronların pandemi nedeniyle getirilen işten çıkartma yasağını delmek için kullandığı Kod-29 olarak bilinen ‘Ahlâk ve iyi niyet kurallarına aykırı davranmak’la itham ediliyor ve tüm haklarından mahrum bırakılıyor.

Tüm baskılara rağmen birçok iş yerinde işçiler uğradıkları haksızlıklara karşı mücadeleye girişiyor. Bu bağlamda sorunuza yanıt olarak: Evet, işçilerin direnişi, mücadelesi artıyor ama o zaman da devletin baskı araçları devreye giriyor ve işçiler, hukuksuz biçimde, şiddet de kullanılarak baskı altına alınmaya çalışılıyor. İşçi sınıfı yeterince örgütlü olmadığı ve gereken düzeyde dayanışma gösterilemediği için mücadeleler başarıya ulaşamıyor.

► Çalışma yaşamında yaşanacak değişimler emek hareketini nasıl etkiler? İşçi hareketi nasıl pozisyon almalı ya da siz bir ivme bekliyor musunuz?
Belirtmeye çalıştığım gibi salgınla birlikte emekçiler üzerindeki denetim, baskı ve hak ihlalleri yoğunlaştı. Hak ihlalleri, sadece üretim süreci ve sosyal haklarla da sınırlı kalmayarak doğrudan yaşam hakkı ihlaline dönüştü. Artan baskılarla birlikte emekçiler bu ihlallere zorla razı edilmeye çalışıldı/çalışılıyor. Kapitalist sömürünün 18. yüzyıl sonları, 19. yüzyıl başlarında ‘vahşi’ olarak tanımlanan sürecinden çok daha ‘gaddar’ bir sömürüyle karşı karşıyayız. Zira sermaye o zaman olduğundan çok daha organize ve donanımlı. Üstelik sömürü yöntemlerini sürekli geliştiriyor. Buna karşılık işçi sınıfı, sermayenin sürekli geliştirdiği sömürü yöntemlerine karşı kendi mücadele araçları ve yöntemlerini oluşturamadığı gibi kendi mücadele tarihini de unutmuş vaziyette. Bu nedenle sömürüye, hak ihlallerine karşı tepkiler lokal ve geçici oluyor. Oysa kapitalizme karşı mücadelenin sürekli ve işçi sınıfının tümünü kapsayıcı olması gerekiyor.
Dolayısıyla işçi sınıfının sonuç alabileceği bir atak yapabilmesi için bu hatalarını ve eksikliklerini bir an önce gidermesi gerekiyor. Bunun için de öncelikle işçi sınıfının mücadele aracı olan sendikaların ve siyasi partilerin sınıf perspektifini yeniden anımsaması ve bu çerçevede gereğini yapmasından başka çözüm gözükmüyor.

► Salgın sürecinde sendikal harekete yapılan saldırılar açıkça ortaya çıktı. İşverenler mahkeme kararlarını tanımadı. Binlerce işçinin, işkolları değiştirilerek sendika üyelikleri düşürüldü. Sendikalar, örgütlenmelerine karşı yapılan saldırılara karşı mücadeleyi nasıl yaygınlaştırabilir?

‘Çalışma yasaları ve sosyal hakları düzenleyen mevzuat’, sınıflar arası güç dengelerine göre emekçileri korur ya da onlara zarar verir. Yani yasalar mücadelenin sonucuna göre anlam kazanır. Sendikaların, sınıf bilincini yükseltme ve üretimden gelen gücün kullanılmasına dayanan mücadeleyi örgütleme işlevlerini bir tarafa bırakarak ve yasalardan medet umarak haklarını korumaları ya da geliştirmeleri mümkün değildir. Bu durumda bugün olduğu gibi kapitalist sömürüye karşı işçi sınıfının mücadele aracı olmaktan uzaklaşıp kapitalist sisteme göbekten bağlı, sistemin bir kurumu haline dönüşmesi de kaçınılmaz olur.

Son olarak şunu söylemek isterim: Krizler sistemi tahrip eder ve işçi sınıfına kapitalizme karşı mücadelesinde yeni olanaklar sunar. Ancak bu olanaklar kullanılamazsa, sömürü sadece üretim sürecinde değil, tüm toplumsal ilişkilerde daha da derinleşir ve insanlık barbarlığa bir adım daha yaklaşır. Bu nedenle sadece işçi sınıfı hareketinin değil, kapitalizmin yarattığı tahribata karşı tüm toplumsal hareketlerin, mücadelelerinin burjuva sınıfına karşı olduğunu anımsayıp, sınıf perspektifiyle hareket etmesi gerekir. 1 Mayıs’lar kapitalizme karşı farklı alanlarda yürütülen mücadeleleri bir araya getirmesi bakımından da son derece önemlidir.