Kazdağları hepimizin

ENSAR AYTEKİN
Balıkesir Milletvekili

100 yıl önce topraklarımızı işgale gelen emperyalizm, aradan geçen zaman sonrasında kendini geliştirdi. Artık, beşeri insan sermayesi işgal için kullanılmıyor. Çünkü tahmin edilebileceği üzere “daha maliyetli”.

Kapitalizm gölgesinde satamayacağı ağacı keser diyen Marx’tan günümüze, hem emperyalizmin işgal güçleri hem de direnenlerin direniş alanları değişti. 18 ve 19. yüzyıllarda emeğin sömürüsü üzerine ortaya çıkan durumda, tarafgirlik ve karşıtlık üzerinden türeyen toplumsal hareketler ve özellikle sol gelenek, 21.yüzyılda insanlığından ve yaşama savaşından sınava çekilmekte. 21.yüzyılın sol teorileri, dünyanın 3. kuşak hakları olarak bildiği, genelde Dayanışma Hakları olarak kavramsallaştırılan; Çevre Hakkı, Gelişme Hakkı, Herkesin İnsanlığın Ortak Malvarlığından Yararlanma Hakkı gibi haklar üzerinden kendine bir alan tarifi yapmakta. Günümüzde çevre hakkı kapsamında yapılan eylemleri, popüler kültür davranışı olarak değerlendirmek ve çevre hakkı için mücadele edenleri eleştirmek sıkça düşülen genel bir hatadır. Çünkü popüler kültür tüketir, oysa çevre tüketmekten çok üretim üzerine ve ekolojik bütünlük üzerine kurulur.

Bu bağlamda, Türkiye’de özellikle AKP iktidarı döneminde hunharca yapılan doğa katliamları hep gündem olmuştur. Rantın çokuluslu şirketlerin maden işletmelerine peşkeş çekilmesi ise emperyalizmin ne derece akışkan bir şey olduğunun göstergesidir. Öyle ki doğal dokuya yönelik katliam sonucunda kurulan maden işletmelerini incelemeye gittiğimizde ilginç durumlarla karşılaşmaktayız. Bunların en önemlisi maden işletmelerindeki istihdam gerçeğidir. Türkiye’deki altın madeni işletmelerinin ortak bir özelliği var: Kurulan işletmenin yanındaki köyü neredeyse tamamen istihdam etmesi. Bununla, maden işletmesinin zararlarını göstermek isteyenlere karşı yöre halkını yanına çekmeyi amaçlamakta. Bunda da kısmen başarılı olmuştur. Bu da doğa ve çevre mücadelesini kısmen engellemektedir.

Kazdağları genel olarak Çanakkale ile Balıkesir’in güneyindeki alanları kapsayan ve zengin oksijen rezervi ile dünya oksijen kalitesi açısından önemli bir alandır. 100 yıl önce işgale gelenlerin başaramadığı şeyi, bugün iktidarın da özel teşvik ve destekleriyle başaran maden şirketlerinden geriye bu coğrafyada kel tepeler, ot bizmez düzlükler kalmıştır. 6 ay önce Meclis Genel kurulu’nda yaptığım konuşmada “iktidarın bu maden şirketleriyle nasıl bir ilişkisi var bilmiyoruz ama sorduğumuz her sorunun cevapsız kaldığını biliyoruz. Kesilen ağaçları sorduğumuzda “Ağaç kesiyoruz ama yerine üç katını dikeceğiz” denmişti oysa. Kesilen her bir ağaç bir canlı” diye isyanımızı dile getirmiştik. Kuşkusuz bu isyan, Kazdağlarının ortak çağrısıdır. Kazdağları adını bölgede yaşayan Tahtacı Türkmenleri vermiştir. Tahtacı Türkmenleri, bu dağları kutsal bilmektedir. 566 yıldır her ağustos ayında topluca Kazdağları’na çıkan Türkmenler, Sarıkız Hayrı’nda buluşmakta, ibadetlerini yapmakta. O yüzden bu dağların bir inanç alanı olduğu gerçeği de unutulmamalıdır.

Tüm bu tarihsel ve sosyokültürel noktaları atlayarak, bugün Çanakkale üzerinde maden arayan Kanadalı şirketin doğaya en ufak bir saygısının olmadığı da kamuoyuyla paylaşılan fotoğraflardan da görülmektedir.

Bizler, yalnızca yurttaşların değil, doğanın da vekilleriyiz. Derelerin, denizlerin, dağların, ormanların, canlı hayatının da vekilleriyiz. Ve buna yaşayacağız. Çünkü biz bu toprakların çocuklarıyız. Ege’nin maviliğini koynunda binlerce yıldır yaşatan Kazdağları’nı ve Madra’yı korumak, suyumuzu havamızı korumak, bizim asli görevlerimizdendir. Bugün Kirazlı’da suyumuzu kirleten ve Kazdağları’nı kel tepelere çevirenlere karşı doğamızı korumak, tarihsel bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu aldığımız güç hem geçmişimiz, hem de geleceğimizdir.

O yüzden, bir kez daha söylüyoruz: Kazdağları hepimizin!