22 Eylül sabahı Kazdağları’nda gerçekleşen Su ve Vicdan Nöbeti, yüzden fazla jandarma tarafından zırhlı araç ve sinyal kesici cihazlar kullanılarak tahliye edildi. 5 Ağustos 2019’da başlayıp kar, kış demeden sürdürülen nöbet 425’inci gününde pandemi gerekçe gösterilerek durdurulmak istendi. Nöbetçilerin kaldıkları çadırlar, içindeki eşyalarla birlikte traktör römorkuna yüklendi. Nöbetçiler ise kendi deyimleriyle, alıkonuldular. Ayrıca, ısınmak ve dinlenmek gibi ihtiyaçlar için kullanılan metruk bina yıkıldı ve alanda ağaçlandırma çalışması başlatıldı.

Öte yandan nöbetin pandeminin gerekçesiyle sonlandırılmasının inandırıcı olmadığı su götürmez bir gerçek. Direnişin gerçekleştiği alana yakın bir yerde Cengiz Holding’in bakır madeni projesi olduğu biliniyor. Direnişçiler, önceki hafta Cengiz Holding’e halkı bilgilendirme toplantısı yaptırmamış olması, nöbetin tahliyesinde önemli bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Ülkenin taşını, toprağını, havasını, suyunu talan etmeye and içmiş ve bu uğurda her türlü imtiyaz sağlanan bir holdingin, halk tarafından susturulmaya tahammül edememesi şaşırtmıyor.

Sonuçta bu yaşananlar beni Kazdağları direnişinin farklı boyutları üzerine düşünmeye çağırıyor. Diğer tüm ekoloji mücadeleleri gibi Kazdağları üzerine yazılanları, konuşulanları da olabildiğince takip etmeye çalışıyorum. Bunları da hesaba katarak bu yazıda da Kazdağları direnişi üzerine düşünebileceğimiz farklı boyutların neler olabileceğini çerçevelemek istiyorum.

İlk olarak nöbetin neden gerçekleştiğine kısaca değinmek gerekli görünüyor. Kazdağları’ndaki maden karşıtı mücadele 2000li yıllara dayanıyorsa da, bugün nöbet tutan yaşam savunucuları Alamos Gold adlı şirketin bölgede ruhsatsız biçimde faaliyet göstermesine karşı çıkıyor. Bu anlamda yaşam savunucularının talebi, işgalci şirketin tahliye edilmesi ile Kazdağların’daki mevcut ve planlanan her türlü maden faaliyetinin durdurulmasını kapsıyor. Direniş böylece öncelikle antikapitalist bir anlam kazanıyor.

Yaşam savunucularının, kendilerini adlandırmalarından da anlaşılacağı üzere temel meselesini, doğayı katleden maden vb. yatırımların karşıtlığı oluşturuyor. Bu bağlamda şirketlere sağlanan türlü imtiyazlara, doğanın metalaşmasına, suyun zehirlenmesine, tarımdan artan şekilde uzaklaşılmasına, halkın yerelden beslenemeyecek noktaya itilmesine karşı çıkıyor. Tüm bu talepler Kazdağları direnişinin ekolojik boyutuna işaret ediyor.

Direnişin bir diğer önemli özelliği de ülke çapında sahiplenilen bir mücadeleye dönüşmesinde yatıyor. Kendisine en benzer örnek olan Cerattepe gibi Kazdağları direnişi de toplumun büyük bir kısmı tarafından sahipleniliyor. Mücadelenin sahiplenilmesi ve taleplerinin yaygınlaşması, ekoloji mücadelesinin yaşam tarzından ziyade yaşam hakkı olarak düşünenlerde bir artışa işaret ettiğini de gösteriyor denebilir. Bu anlamda denebilir ki, Kazdağları direnişi yaşamı şekillendiren türlü karar alma süreçlerinin demokratikleşmesini ve şeffaflaşması mücadelesini de beraberinde taşıyor. Nitekim Kazdağları Hepimizin sözü de böyle bir anlamı ifade ediyor.

Bu direniş, ekoloji mücadelesinin biçimlenişine ve dinamiklerine dair üzerinde düşünmeye değer birçok unsur barındırıyor. Bu yazıya sığdırmak mümkün olmasa da aklımdakileri not etmek adına bir kaç örnek verebilirim: eylem repertuvarları, bir alanı mesken tutması, tüm sürecin basında nasıl ifade bulduğu, direnişin özneleri olarak kentten köye göç eden yeni nesiller, gıda üretim ve tüketim boyutu gibi konular da Kazdağları direnişinin önemli boyutlarını oluşturuyor.

Başka yazılarda üzerinde düşünmeyi sürdürmek üzere Kazdağlarındaki yaşam savunucularının tahliyesi üzerine ekoloji örgütleri tarafından yapılan ortak açıklamadan bir alıntı ile bitirelim: ‘’Onlar talancılardan, millete küfür edenlerden, memleketin her bir karış toprağını satanlardan yanadır bizlerse ormandan, sincaplardan, topraktan ve sudan yanayız. Tahliye edilmesi gereken yaşam savunucuları değil Alamos Gold’dur! Onlar ormandan gidene kadar biz burayı terk etmiyoruz.’’