1990’ların sonlarında yollarımız kesişti. Eğitim-Senliydi. Epey bir süre şube başkanıydı da. O zamanlar sendikalar bugünkü gibi dingin ve siyasi parti arka bahçeleri değildi, başkanları sokaklarda sabahlar, bir militan gibi çalışırlardı, hükümeti değil çalışanları savunurlardı, evet partiler vardı, kongreler sosyalistlerin rekabet alanı idi yine, ama öğretmenler saygın, sendikacılar sözü dinlenen kişilerdiler.

Çarşı merkezinde hep takım elbisesi, kırmızı kravatı, pos bıyığı ile hemen dikkatimizi çekmiş olmalı. Yakışıklı, uzun boylu, bir Yeşilçam setinden fırlamış sanki. Onda -başkalarında pek de görmediğim şey- her fırsatta Kürtçe konuşması, toplantı ve köy konuşmalarında, kahve ziyaretlerinde Kürtçe ile kendini ifade etmesiydi. Çok iyi bir konuşucuydu, dile ilgisi nerden geliyor, bilmiyorum sormadım, ama itiraf ediyorum, benim Zazaca’yı keşfim ve sonra ilgimin gittikçe artması onun da sayesindedir. İnsan sadece annesinden, sevgilisinden anadiline ilgi duymaz çünkü, sendikacı bir arkadaşından da öğrenir. Aynı dili konuşmanız da gerekmez, anadildir, anadan öğrenilir, aynıdır aslında, hele yasaksa ilgi artar, salgın hale gelir, her yerde böyledir.

Kazım Hoca, bu adını öğretmenlikten aldığını sanmam. Bir hoca, teorik olarak bilgili, sosyalist, elinin altında sayısız öğrenci. Beyefendi, düzgün bir yurttaş da. Bir ara yirmisine varmamış serseriler sokakları işgal etmişti -bunlar kırtasiyelerde satılan bali denen uçucu sıvı yapıştırıcıları koklayarak kendilerini mahvettikleri için Baliciler ismini taşıyordu-, bu tipler akşam sokağa çıkanları caydırdı epey zaman, en önde onlarla didişti, yumruk yemeyi göze alarak mahalle kavgasının içine daldı, o anda hocalık da, beyefendilik de bitivermişti.

Yaşadığımız köyden bozma küçük şehirde OHAL vardı, gazete ve kitaplar şehre sokulmuyor, toplantı ve gösteri yapılamıyordu. Dağbaşlarından taramalı sesleri, gökten helikopter gürültüleri esksik olmuyordu. Ama Kazım hoca ve arkadaşları hep bir şekilde bu yasakları aşıyor, görüşlerini herkese duyuruyordu. Valisi, Emniyet Müdürü, Eğitim-Sen ile pazarlık yaparak, nereye kadar yürüyeceklerini, kaç dakika içinde hangi sloganları atabileceklerini, ne zaman toplantıya son vermeleri gerektiğini -bazen tehditvari bir dille, bazen de rica ile- iletiyorlardı.

Sonra bu valiler, bu polis müdürleri sendikacıları kovalamaktan, binaları gözetlemekten yoruldular, daha fazla bu oyunu sürdüremediler, Kazım hoca ve bir grup arkadaşı, ta Diyarbakır’da oturan OHAL Valisinin emriyle özellikle Bartın gibi şehirlere sürüldüler. OHAL var, bu kararlar yargı denetiminden de kaçırılıyor, biz nafile hukuk işleriyle uğraşıp ümitsizce dönmelerine çabalarken, bir duyduk ki Kazım hoca bize inat Bartın’a hemencecik uyum sağlamış, bizimki gibi küçük bir şehir olan orada da aynı icraatlara devam etmiş. Sürülmüş ve bir yabancı olduğu halde, devletin kuşku dolu gözetimi altında iken, Bartın’ın sendika başkanı seçilivermiş, öylesine inançlı, kendini herkese kabul ettiren biriydi işte. Valiler ve Emniyet müdürleri mi, sırra kadem bastılar, adlarını anımsayan yok, şu uğursuz cemaatten belki hapistedirler şu günlerde.

Bir sabah vakti, bir Ankara sabahında, hava sisli ve pusluyken ölüm haberi ulaştı bize. Bazı insanlar ölmez, ölemez. OHAL valilerine, OHAL polislerine, OHAL sürgünlerine başeğmemiş, korkmamış, yurdu baştan aşağı sendikalarla örmüş, bizim Kazım Hocamız, Kazım Ünlü ölmüş, ansızın kalbi durmuş, üstelik KHK ile atılışını fırsat bilip, hasta babasına yardıma gitmişken.

Ölüm kaçınılmazdır, yükselen vergiler, işsizlik, kriz, Kanun Hükmünde Kararnameler, işten çıkarmalar, sürgünler ve Olağanüstü hâl değil. Hiç kimse birincisini savuşturmayı bugüne kadar başaramamıştır, Herkül bile. Her gün dünyada 155 bin insan ölüyor, bir yılda tam 57 milyon kişi eder. Geçen yüzyılda bilim ve teknolojide yaşanan dev gelişmelerden sonra hepimizin hayatı bir göz kırpmasından ibarettir. Gidenlerden geriye ne kalacak, nasıl hatırlanacaklar. Kuşkusuz ne Kazım hoca dirilecek, ne biz ölümsüzüz.

Kazım hocadan, henüz lisede iken onun verdiği parayla tost yiyen parasız öğrencisi Alişer’in sıcacık anıları, tüm öğrencileriyle samimi bir arkadaşlık, ölümün ansızlığı karşısında kederden geberen bizler, Olağanüstü hâle direnen benzeri az bir hayat, valileri, polis müdürlerini bitkin bırakan bir dinamizm, sürgünde iken bir sendikadan kendine ve herkese yeni dünyalar kuran enerji dolu bir ruh kaldı.

Bu, bir seher vaktinde mangal gibi bir yüreğin aniden paydos demesi, doğal fiziki bir ölüm de değil asla, sorgulayan, eleştiren, harekete geçen bir akla ve yüreğe karşı ta 1990’lardan kalan bir hesaplaşmanın son sahnesi, kusursuz, aleni ve taammüden bir cinayet. Onların hasmı, bizim hocamız, dostumuz, yoldaşımız, kardeşimiz Kazım Ünlü birdenbire öldü, hayalleri ve eylemleri geride miras kaldı, hiç şüphesiz onlar, daima yaşayacaklar, bizden de sonra.